Son zamanlarda meydana gelen Bilge Köyü katliâmı olsun, kız arkadaşını canice paralayan bir kaç dil bilen genç olsun, Adana’da aynı aileden 8 kişiyi çoluk çocuk demeden katleden kişi olsun, daha nice benzer olay üzerinde oturup derin derin düşüneceğimiz acil meseleler arasında yer alıyor. Toplum böylesine bozulursa bunun sonu nereye varır? İnsanlar birbirlerine, yakınlarına dahi güvenemez hâle gelirlerse sonuç ne olur?
Bu şüphesiz geçmişten gelen ihmallerin sonucu. Bu ihmaller böyle devam eder, gerekli tedbirler alınmazsa sonunun nereye varacağını kestirmek zor olmaz.
Günümüz nesillerini olsun, gelecek nesilleri olsun böylesine tehlikelerden kurtarmak, böyle vartalara düşmemeleri için gereken tedbirleri almak, ülkesini seven, insanı seven herkesin görevi olmalı.
Daha 1940’lı yıllarda böylesine vahşet olayları sergilenmeden önce doğabilecek sonuçlara dikkat çeken büyük düşünür, ilim adamı Bediüzzaman Said Nursî elli sene sonra gelecek nesli gayet büyük bir vartadan, millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalıştıklarına dikkat çekerken sosyolojik tahlil yapmayı da ihmal etmemişti. Hürriyetçiler sosyal ahlâk, din ve millî seciyelerde bir derece laubalilik göstermişler, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça o günkü büyük bir laçkalık meydana gelmişti. O vaziyette gidilirse, elli sene sonra bu dindar, namuslu, kahraman seciyeli milletin nesl-i atisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaîye noktasında ne şekle gireceğini anlamak zor olmasa gerekti. “Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’ân'ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i atinin eline elbette Risâle-i Nur gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukûttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz” diyor ve şöyle devam ediyordu:
“Evet, efendiler! Gerçi Risâle-i Nur sırf ahirete bakar; gayesi rıza-yı İlâhî ve imanı kurtarmak ve şakirtlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebediden ve ebedî haps-i münferitten kurtarmaya çalışmaktır. Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir; ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i atinin biçareler kısmını dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünkü bir Müslüman başkasına benzemez. Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim dalâlet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.”1
Bugün bir kısım gençliğin uyuşturucunun, anarşinin, terörün esiri olduğu bilinir, Risâle-i Nur gibi imanî, İslâmî eserlerle gençlerin nasıl vatan, millete yararlı birer fert hâline geldikleri düşünülürse eğitimde inanç ve ahlâk unsuruna her zamankinden çok ağırlık verilmek gerekmiyor mu?
Dipnot: 1. Emirdağ Lâhikası, s. 20.
Yeni Asya