Belki birçoğunuz “şirpençe” kelimesini duymamıştır. Şirpençe, aslanpençesi anlamına gelmektedir. Sıklıkla ense, sırt ve kaba etlerde ortaya çıkan birçok çıbanların birleşmesi ile meydana gelen ve çabuk genişleyen bir çeşit kan çıbanıdır. Şanlı Osmanlı Padişahı ve İslam Kahramanı Yavuz Sultan Selim Han’ın sırtında çıkmış ve herhalde aslanpençesine benzediği için de adına “Şirpençe” denmiş. Merhum Selim Han, sırtında çıkan bu illeti sıktırmış, ancak yara enfeksiyon kapmış olmalı ki, koca Sultan’ın ölümüne sebep olmuştur.
Her neyse, konumuz aslında bu değil. Toplumun sosyal barışını ve huzurunu bozan bir “Y” güruhu var. Daha açık bir ifadeyle “Yiyiciler Güruhu.” Bu güruh, asla iş yapmayı sevmeyen ve kene gibi hep başkalarının sırtından geçinmeyi bir “hayat tarzı” olarak benimsemiş bir topluluğu ifade etmektedir. Bu güruh içinde, maalesef, benim bir yeğenim bulunmaktadır. Ağabeyim vefat ettikten sonra, bir başıboşluk içine girdi. Kendisiyle ilgilenmek istedim. İşadamı olan bir arkadaşıma rica ederek kendisine asgari ücretli ve sigortalı bir iş de buldum. Kalifiye olmayan bir eleman için bundan iyisi Şam’da kayısı. Ancak beyefendi, sokaklarda volta atmaya alıştığı için bu işe girmeyi kesin bir dille reddetti. Nasıl olsa ağabeylerinden ve annesinin emekli maaşında tırtıklayarak cep harçlığını denkliyordu. Gerisi önemli değildi. O cadde senin; bu cadde benim, o sokak benim; bu sokak senin babından volta atmaktan başka bir işi yok.
Bu güruha, yüksek lisans ve doktorada hocam olan ve bir Osmanlı beyefendisi diyebileceğim Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Hoca kitabında “Aylaklar” ifadesini kullanmış. Yani ülkede cari ücret mukabilinde iş olup da çalışmak istemeyen bu insanlar aylak aylak gezmeyi bir hayat felsefesi haline getirmişler ve toplumun bir şirpençesi; yani çıbanı olmayı tercih etmişlerdir.
Bunların dışında bir de “mirasyedi şirpençeler” var. Yani emeğiyle değil; mirasla servet elde etmiş, ancak bu serveti insanların faydasına sunmak ve ülke ekonomisine katkıda bulunmak yerine, ye-iç; vur patlasın-çal oynasın anlayışıyla servet tüketenler var. Bunlar da üretmek yerine tüketmeyi hayat tarzı haline getirmiş başka bir güruhtur. Geçenlerde bir öğrencim kendi yöresinde cereyan etmekte olan bir vakayı anlattı. “Hocam bizim çevrede yurtdışında çalışan çok insan var. Bunlar çocuklarını okutmak yerine, kendilerine sürekli daire alarak ve bu daireleri kiralamak suretiyle onlara gelir sağlıyorlar. Çocuklar da bu paraları çarçur ederek sefih bir hayat yaşamaktalar.” Yani anlayacağınız üretmek yok tüketmek çok.
Bizim ülkemizde zaten gelişmiş ülkeler gibi tüketmek; üçüncü dünya ülkeleri gibi üretmek felsefesi hâkim bir düşünce haline gelmiş bulunmaktadır. Bu düşünce de beraberinde, hızlı para kazanma dürtüsünü tetiklemektedir. Yani hırsızlık, kapkaççılık, gasp, dolandırıcılık gibi suçları irtikap etme meyli giderek tavan yapmakta ve birçok masum insanın hakları gasp edilmektedir. Bu düşünceyi engelleyecek tek güç “Allah korkusu”dur. Vicdanlar “Allah korkusu” ile tezyin edilmedikçe bütün bunların ardı arkası gelmeyecektir.
Hani bir söz vardır “Sen kendine bir iş bul; eğer sen kendine bir iş bulmazsan Şeytan sana bir iş bulur,” diye. İşte bu “Y” güruhunu azaltmak için çocuklarımızı aşırı korumaktan; “Aman evladım senin nazik ellerin yıpranmasın; senin işini de ben yaparım, “Aman sen incinme yavrum; sana gelen bana gelsin” şeklindeki yanlış mülahazalardan sakınalım. Aksi takdirde bu evlatlarımızı “Y” güruhunun kucağına atmış oluruz. Bunun faturası ise sadece kendimize değil, tüm topluma çıkarılmış olur.