Siyaseti dinin hizmetine vermek var.
Bir de siyaset topuzuyla dine hizmet var.
Topuzdan maksat “güçtür” Siyaset gücünü elde eden kimsenin bir anlamda elinde topuz tuttuğunu ima etmektir.
Siyaset topuzu Üstad Bediüzzaman’a ait bir tabirdir. Mektubat adlı eserinde bundan bahsetmektedir. Topuz-Nur ilişkisini anlatmaktadır. Nurdan maksat Kur’an nurudur. İmanın aydınlığıdır.
İnsanlığa yol göstermede nasıl davranılması gerektiğini anlatan bir derstir. Meseleyi anlamada hayli kolaylaştırıcı bir yönü vardır.
Günümüz siyasetindeki gelişmeler bana bu dersi hatırlattı.
Şayet amaç; dinin emirlerini yerine getirtmek ve karşıdakini uyandırmaksa bunun topuzla olmayacağını anlatmaktadır.
Zira Bediüzzaman Hazretlerine göre insanların yüzde 80’i bir bataklığa saplanmıştır. Ancak bunların yüzde 80’i ayıktır bir bataklıkta olduğunun farkındadır. Sadece yüzde 20’si sarhoştur. Kendi durumunun farkında değildir. 20’yi topuzla ayıltmak mümkündür. Ancak 80’i topuzla yola getirmek mümkün değildir. Sadece o bataklıktan nasıl çıkacaklarını bilmemektedirler. Bunun için de bu insanlara “nur” göstermek gerekir. Yani yollarını aydınlatmak ve o bataklıktan nasıl kurtulacaklarını onlara göstermek gerekir.
Topuz göstermek bu kesimi ürkütür, bir cihette uzaklaştırır. Daha da batmasına neden olur.
Ve bu noktada Üstad’ın bir tespiti “Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor.“ (Mektubat sh. 52) diyor. Bana göre bu ifadenin içinde gizli bir üzüntü de var.
Siyasi gelişmelere baktığımızda gördüğümüz manzara şudur. “Ben bu yasakları koyacağım zaten yüzde 50’nin de desteğini almışım, güç de bende… Zinhaar!... Yanlış yapanın ümüğünü sıkacağım haberiniz olsun.” Yani topuzla doğru yola gelmelerini sağlamaya çalışmak gibi bir yaklaşım.
Yüzde 20’yi ayılttın ve bataklıktan kurtardın diyelim yüzde 80 ne olacak… Onlar ayık ve onlar sana güvenmiyor. Dövülmekten korkuyor. Çünkü bir elinde topuz var.
Bu gün toplumumuzun büyük ekseriyeti içki yasağını destekler veya en azından kabul eder ve mantıklı bulur. Ama manzara o kadar sisli ve dumanlı ki, kimse kimseyi görmüyor, ne söylediğini duymuyor. Veya duymak istemiyor. Bir birlerine karşı sağırları oynuyorlar.
Bir cepheleşmeye doğru gidiliyor. Ferdin enaniyetine, gurubun veya taraftarın enaniyeti de inzimam edince her bir insan birer firavuncuk oluyor. Birer Nemrut gibi direniyor.
Bunlara karşı “Nur” göstermenin yollarını aramak lazımdır. Özellikle elinde topuzu tutanlar çok dikkatli davranmalıdırlar. Göstere göstere üzerlerine gitmek kısa vadede netice alınsa da uzun vadede bu insanları daha da derine ve bataklığın dibine itme gibi bir sonuç doğurabilir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın ikazına kulak vermek gerekir. Bir hukukçu olarak gayet önemli bir noktaya parmak basmıştı;
“Siyasi ve sosyal tarihimiz anlamsız hayali yüklü düşüncelerle toplumun bazı kesimlerinin hayat tarzına yapılan müdahalelerin izleriyle doludur. Bunlara yeni halkalar eklemek yorgun vicdanları daha da yoruyor.
Toplum vicdanı ikna edilmeden atılan adımlar demokratik hukuk devletinin sicilini bozmaktan başka bir sonuç doğurmadı. Kamu gücünü kullananların hak ihlaline sebep olması kabul edilemez, başkalarının haklarına sahip çıkmak insanlık erdemidir." (30 Mayıs tarihli Gazeteler)
Evet, yasaklar ikna edilerek olmazsa (bu ikna sopa ile olmamalı) neticesi vahim olacaktır.