Ali İhsan Er'in yazısı
Bir gün, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "İşte o gün bölükler halinde insanlar, kabirlerinden çıkıp divan dururlar, ta ki yaptıklarının karşılığını görüp alırlar. Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur" (Zilzal Sûresi, 99/6-8) ayetini okuyordu. O sırada yanında sahabe-i kiramdan Ebu Said el-Hudri Hazretleri de vardır. Hz. Ebu Said bu ayetleri dinledikten sonra Efendimiz’e şöyle bir soru sorar:
- Ya Resûlallah! Bu âyette Rabbimiz işlediğimiz hayrın da şerrin de zerresinin zayi olmayacağını haber veriyor. Öyle değil mi?
- Evet, öyledir.
Bunun üzerine Ebu Said el-Hudri iki büklüm olur ve şöyle inler:
- Yandın ey Ebu Said yandın, annen ağlasın haline...
Efendimiz sorar:
- Seni yakan nedir ey Ebu Said?
- Ya Resûlallah der, işlediğim şerrin zerresi dahi zayi olmayacaksa ben nasıl içinden çıkabilir, hesabını verebilirim bunca günahın?
Dinde karamsarlığa yer yoktur!
Efendimiz tebessüm buyurur ve ayeti şöyle izah eder:
- Ey Ebu Said! Senin zerresi zayi olmayan sadece şerrin değil ki. Hayır olan işlerinin de zerresi zayi olmadan terazinin sevap tarafına konacak. Böylece bire bir olan günahın karşısında bire on olan sevapların da tartıya girecek. Sevapların daha ağır geleceğinden seni inşallah kurtaracak. Yeter ki bire on kazandıran iyilik ve hayırlarını daha da çoğalt. Lehine olan durumu daha da lehine çevirmekten geri kalma. Evet, dinimiz ümit dinidir. Dinde karamsarlığa yer yoktur. Pek çok günahlar işlemiş olabiliriz. Hatta ve hatta pişman olduğumuz halde pek çok defa tövbemizi bozarak aynı günahları tekrar tekrar işlemiş de olabiliriz. Aman dikkat! Böylesi bir durumda şeytan bizi ümitsizliğe sevk ederek şunları söylettirebilir: "Ben bittim. İflah olmam artık. Allah beni affetmez. Ben dünyanın en günahkar insanıyım. Böyle günahkâr birisini Allah affetmez. Tövbe etsem ne olacak!" Unutmayın, şeytanın en sevmediği şey bir kulun günah işledikten sonra tövbe edip Allah’a yönelmesidir. O yüzden şeytan tövbe etmemizi asla istemez. Halbuki Efendimiz’in ifadesiyle Rabbimiz’in rahmeti, gazabından çoktur. Öyleyse ümitsizliğe ne gerek var. Tövbe kapısı ardına kadar açık. Yeter ki biz tövbe edelim.
“Ümitsiz olma, tövbe et, Allah’a sığın”
Bir de Peygamber Efendimiz, günaha girdikten sonra yapılan hayırlı işlerin o günahı sileceği müjdesini veriyor bize. Bu müjdeyi beraberce okuyalım: "Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer." (et-Tergib ve’t-Terhib, 4/106) Dolayısıyla günah işledikten sonra ümitsizliğe kapılmadan tövbe edelim. Ardından Rabbimiz’in hoşuna gidecek hayırlı bir amel işleyelim. Müminin lügatinde ümitsizliğe yer yoktur. Bir ayetle noktalayalım: "Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, gafur ve rahimdir. Çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır." (Zümer, 39/53)
Allah’ı çok seviyorum, kalbim de temiz, yine de namaz kılmalı mıyım?
Soru: İçimde derin bir Allah sevgisi var. Temiz bir kalbim olduğuna da inanıyorum. Bununla birlikte mesela namaz kılmıyorum. Acaba günaha giriyor muyum? Rumuz: Albatros
Cevap: Sevgili okur! Mailiniz uzundu, kısaltmak zorunda kaldık. Öncelikle şunu net bir şekilde ifade edelim: Allah (c.c.), kullarını dünya hayatında sayısız nimetleriyle lütuflandırmasına karşılık insanlardan koyduğu kurallara uyarak yaşam sürmesini istemiştir. Bu kurallardan birisi ve en önemlisi kulun namaz ile Rabbine yönelmesidir ki, bu şekille; insanın Allah ile irtibat kurması, ruhu ve nefsiyle yaratanını tazim etmesiululaması-, hayatının huzurlu ve hayırlı olmasına en derin istemle duacı olması (Bakara, 2/153; A’râf, 7/205) kendisine öğretilerek yerine getirmesi istenmiştir. Ayrıca bu emre uyulup uyulmadığının ciddî bir kaydının da yapılacağı bildirilmiştir. (Tirmizî, Salât, 188) Durum böyle iken, Yüce Allah’a inanan ve O’na gönülden bağlanmayı başarıp Allah sevgisine sahip olan kişi, sevdiği varlığın kendinden istediklerini, emirlerini atlayıp görmezlikten gelerek, "Ben Allah’ımı çok seviyorum, kalbimi de temiz tutuyorum" sözleriyle Allah’tan kendisini mükâfatlandırmasını beklemesi; Müslüman için İlâhî kanunlara ters düşüp yanlış yapılmış olmaz mı?
Seven, sevgisini ispat eder
Elbette yanlış olur! İnsan ne kadar çok Rabb’ini seviyorsa o kadar çok O’na sevgisini göstermeli, gereğince O’ndan çekinmeli ve kendisindeki eksiklikleri, hataları azaltarak sevgilisinin sevgisini ve takdirini kazanmanın yollarını aramalıdır. Çünkü esasta seven kişi, bir yandan sevdiğini kırmaktan, üzmekten, mahcup duruma düşmekten daima çekinirken diğer yandan sevgisini açığa vurarak ispat eder ve sevgilisini memnun etmek için elinden geleni yapar. Bu itibarla ibadetler, kulu yaratanına yaklaştıran, sevgisini ispat eden yolların başında gelir. Kısacası ibadetsiz gerçek manada Allah sevgisi olamaz. Öte yandan Yüce Allah, insanları kendisine ibadet etsin diye yarattığını ilan ederek onları namaz kılmaya davet ediyor ve şöyle buyuruyor: "Beni hatırlamak/anmak için namaz kıl." (Tâhâ, 20/14) "Namaz, mü’minler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır." (Nisa, 4/103) Âyetlerden açıkça anlaşıldığı gibi; akıllı ve büluğ çağına ermiş her Müslüman kişi, gün içinde beş vakit namaz kılmakla mükellef/görevlidir.
Görevler yerine getirilmesi için vardır, yerine getirilmediği sürece samimiyetsizlik veya bilgisizlikten kaynaklanan itaatsizlik söz konusudur ki, bu da âhiret gününde hesap vermek demektir. Özetlenecek olursak Rabbimiz’i elbette seveceğiz ama ilahi yükümlülüklerimizi de ihmal etmeyeceğiz.
Bugün