Arkada hoş sâda bırakan insanların zor bulunduğu zamandayız. Bazılarının hasretini çeker, bazılarının da hemen çekip gitmesini istersiniz. Bazıları, sizi dünyanın, gevezeliğin, lüzumsuz tecessüsün girdabına sürükler; boynuna sadece günah yüklerini bırakır. Bazıları da görüldüklerinde sana Rabbini hatırlatırlar. İşte bunlardan, hem dost hem arkadaş hem derste zeki muhatap hem de her dâim arayıp ulaşabileceğin insanlardan biri de Trabzon'un Of ilçesinden âlim ve fazıl abimiz Niyazi Kumandaş'tır.
Risale-i Nurlara vukûfiyetinin yanında, başta ilmihal ve İslam fıkhı konusunda da ileri ve hassas olan abimiz, bunları hayata geçirme, tavsiye ve telkinde de her zaman ileride gördüğümüz, fikir danıştığımız, zor bulunur âlim insanlardan biridir.
1970 yılında mezun olduğu Erzurum Ilıca'daki Yavuz Selim Öğretmen Okulundayken ileri sınıflardan olan Enver Sönmez ve Nurettin Kaya vasıtası ile Nurları tanır. Cevval ve çok okuyan fıtratı, kısa sürede hizmete ısınır. Hatta Ilıca'da tutulmasında yer aldığı dershanenin de müdavimlerinden olur. O dönem İmam Hatip ileri sınıf öğrencilerinden Mehmet Erdoğan ve Harun Keleş ve ayrıca Alaaddin Başar abilerin, Ilıca'da derslere gelip ilgilenmeleri, ders yapmaları da Niyazi abinin üzerinde müessir olur.
Mezuniyetten sonra bu sefer Çankırı kısmetine düşmüştür. Çerkeş ve Şabanözü'nden sonra görev aldığı Eskipazar Lisesi müdürü iken, tayinini ondan habersiz Trabzon'a yapılmasını bizzat bu fakir sağlamıştı. Fakat haberi olunca, bana sitem edip tayinini durdurmuş, müdürlüğe devam etmişti. Fakat 12 Eylül idaresi buna müsaade etmediği gibi, tüm idareyi öğrencileri zorla cumaya götürmek bahanesiyle mahkemeye verip açığa almıştı. Uzun süren mahkeme, merhum hâkim Mehmet Osmanoğlu sayesinde bitmişti.1982'de Trabzon'da Affan Kitapçıoğlu Lisesi'ne gelip 2001'de emekli olan Niyazi Kumandaş abi, bu aralar ailevî zaruretten dolayı kerimesinin yanında Eskişehir'de kalmaktadır.
Üniversite yıllarında Trabzon'da bulunup da Niyazi abiye aşina olmayan yok gibidir. Özellikle seksenli ve doksanlı yıllarla, iki binli yılların başlarında sağlığının elverdiği ölçüde yoğun şekilde derslere iştirak etmişti. Öğrencilerle kısa sürede kaynaşması, hazır cevaplı esprili dersleri, nüktedanlığı ve unutulmaz izahları zihinlerden uzun süre kaybolmazdı. Bu da onunla irtibatlı olanlarla gönül bağı kurulmasına sebep olur. Trabzon'da bulunduğu bunca yıl gönül ve fikir birliğimiz hiç ayrı olmadı Niyazi abi ile. Çeşitli rahatsızlıklarına rağmen, hizmetten elinden geldiği kadar geri kalmamak, haberdar olmak için de hep görüşüp buluşmuşuzdur.
Teknolojiyi benim gibi geç takip ettiği için, sosyal medyada uzun süre yer almamıştır. Hatta bir ara whatssap heabı bile yoktu. Kullanamam diye de tereddüt geçiriyordu. Fakat şimdilerde maşallah bizi çok geçti. Onun öğretici ve nükteli paylaşımlarını takipte bile zorlanıyorum. Bizim gibi yazı yazmıyor ama belki daha etkili, güzel, espirili, paylaşımlar yapıyor. Bu yazıyı da zaten onun paylaşımlarından seçtiklerine yer vermek için tasarlamıştım. Takip edip not aldığım bazı paylaşımlarına burada yer vererek, sizlere ulaştırmaya vesile olmak da hizmettir diye düşünüyorum. Onun otuz sayfalık Onuncu Sözün şerhi konumunda "Haşir ve Kıyamet" adlı bir çalışması da var. Tek, bu fakirde bir nüshası kalan bu çalışmanın da yeniden gözden geçirilerek yayımlanmasını çok isterim şahsen. Paylaşımlarından birkısmına yer vererek yazıyı bitirelim.
- Aklımız, gözümüz yanımızda iken bile bazen yanlış ayakkabı alıyoruz. Ama nasıl oldu da dünyaya en iyi ayağı almış olarak geldik.
- Toprak altındaki fasulye tohumlarının dirilip toprak üstünde kuru fasulye sebzesi olacağına inan; ama hemen yanındaki mezarda yatan dedenin ahirette dirileceğine inanma. Sonra da akıllı insanım diye geçin. Yoksa dedenin fasulye tanesi kadar önemi yok mu?
- Yumurtayı Allah'ın İhsan ve ikramı diye kabul etmeyip tavuk yapıyor diyen bir araştırmacı, en sağlam ve doğru bilgileri tavuktan alması gerekmez mi ve kendisi tavuğun öğrencisi olmaz mı? İşte inkârcı, dinsiz ateistlerin düştüğü çukur bundan daha vahimdir.
- Ölmüş dedesinin dirileceğini inanmayan biri, daha hiçbir şey ortada yokken torununun olabileceğini inanıyorsa, bunun aklına ne denir?
- Görmediğime inanmam diyen, akıl ile gözü karıştırıyor. Ben gözümle düşünürüm demiş oluyor. O zaman akıl ne işe yarayacak? Gözüm görmediğine inanmam diyen birinin, inekten ne farkı var? İnek bile hendeği görünce ona inanıp oradan uzaklaşıyor.
-Doğanın bize sunduğu nimetler diye öğrenen, öğretilen öğrenci, Allah'a teşekkür eder mi? İşin tuhafı, "Teşekkür ederim." doğa da demiyor. Eğitim-öğretim doğru olmalı ki doğru insan yetişsin.
- Tuğlalar duvar ördü desek, herkes güler. Peki zerreler (atomlar) göz, kulak yaptı denince, niçin gülmüyoruz? Hangisi daha saçma?
- Ateiste sor, aklın var mı? Herhalde kızacaktır. Tekrar sor: Peki aklın nerede, nasıl bir şey, nereden aldın veya yaptırdın?
- Güzel ve doğru bir din eğitimi vermezseniz on iki sene değil, otuz iki sene eğitseniz, adam yetiştiremezsiniz.
-Kimi zindanda bahtiyar ve huzur içinde; kimi köşkte, sarayda zindan hayatı yaşıyorsa, bunu ne ile izah edeceğiz?
- Bir teklif: Şu kuru, suni, basit Mevlana'yı anma törenlerini bıraksak da onu anlamaya gayret etsek, Mevlana da rahat etse, nasıl olur?
-Bir ülke halkı, idarecilerinin haksız makam, kazanç elde etmediklerine inanıp güvenirse; o ülkede birlik, huzur otomatikman sağlanır.
-Kâinatta insan eli değmeyen her yerde ve her şeyde mükemmel bir nizam var. Öyleyse tek bir yaratıcı var.
-Âlemde tesadüfe tesadüf edilemez. Çünkü tesadüf olan yerde nizam yoktur. Nizamlı yerde de tesadüf olmaz.
- Bir düğme bir gömleğe kendi kendine dikilmezken, kulaklarımız kafamıza ve hem de en uygun yere nasıl dikildi? inkârcı buna ne der acaba?
- Cansız, basit bir gözlüğün ustasız olamayacağını bilen bir ateist, ondan binlerce da harika canlı gözün ustasız olabileceğine nasıl inanıyor?
- En büyük problem iman zayıflığıdır. Bu giderilmedikten sonra, ne siyaset ne ekonomi ne eğitim ne iktisat kısaca hiçbir şey düzeltilemez.
- En büyük tehlike, bilhassa son anda, son nefeste imanı kaybetme tehlikesidirr.
-Ahiret derdi olmayanın, derdi yok demektir.
-Milli Eğitim'in en acil ve hayırlı hizmeti, varlıklara "Ne güzel yaratılmış." gözüyle bakabilen bir nesil yetiştirmektir.
-Bir dönem birileri 'Kur'an tercüme edilsin ne mal olduğu ortaya çıksın." tarzında bir fikir ortaya atmıştı. Ama kendilerininin ne mal olduğu ortaya çıktı.
-Arapça indirildiği bizzat on ayetle Kur'an ifade ederken, siz ne cüretle onu Türkçeye tercüme edip ona da Kur'an diyeceksiniz?
-Ateistler Allah'ı inkar ederken, aslında O'nu kabul etmiş oluyorlar. Çünkü olmayan bir şeyi niçin inkâr etsinler? Olmayan bir şeyin inkârına gerek yok ki. Ne tuhaf değil mi?
-Hani "Kur'an yeter." diyen sayın hocalar/ proflar ciltlerce meal-tefsir niye yazdınız? Bu çelişkinin farkında mısınız?
-Doğum gününü kutlayanlar, ölüm günü için ne hazırlığınız var?
-Nesli kesilmiş, miadı/SKT (son kullanma tarihi) bitmiş parti ve liderlerle siyaset yapmak, göle maya çalmak demektir. Ya tutarsa?
-Eşyanın, varlıkların nasıl yaratıldığından çok, kim tarafından ve ne için yaratıldığı önemlidir.
Evet dostlar, vefa, kadirbilmek gereği Niyazi Kumandaş abiye bir yazı ayırdık. Fakat nice kumandaşlar var ki belki keşfedilmeyi bekliyor. Niyazi abiye hayırlı, semeredâr bir hayat, saadet ve huzur diliyorum.
Selam ve dua ile.