Hatıralar geçmişi şahsi tecrübelerin ışığında resmi anlatıdan farklı olarak inşa ederler. Hatıranın tanımlarında hep “önemli kişilerin yaşanmışlıkları ve şahitlikleri” minvalinde ifadeler geçer. Oysa ki herkesin hatırası değerlidir (keçi boynuzundan bile tat alınır). Geçip giden zamanın, yaşanılan ömrün anlatısı bir dönemi anlamamıza, bir yörenin insanlarıyla hemhal olmamıza yardımcı olur. Belli makam sahiplerinin yanında, aklımıza düşünsek dahi gelmeyecek mekânlarda mevcut bulunan küçük dükkânlarda, köylerde, yıkılmakta olan evlerde, bir caminin imam odasında kimlerin kimlerin yaşanmışlıkları var. “Tarih muzafferleri yazar” diye bir söz vardır. Peki ya hep şanlı savaşların komutanları mı hatırat yazmalı? Büyük büyük sözler sarf etmeyip sadece emredileni yapan, düşmanla siperlerde savaşan ordu neferlerinin hikâyesi daha çekici değil mi?
Böyle bir girizgâhı yeni bir televizyon programı için yaptım. Çünkü bu programın izleyici çekmesi ve dolayısıyla da yapımcıların işlerini daha da ciddiye alıp daha çok bölüm çekmesi gerek diye düşünüyorum. Bahsetmek istediğim program TRT Diyanet’te yayınlanmaya başlanan Bir Asır Bir Çınar. Bu program çerçevesinde Anadolu’nun çeşitli köşelerindeki imamlar, vaizler, kayyımlar Kur’an kursu hocalarının hikâyelerine yer veriliyor.
Anadolu’dan güzel imamlar, hafızlar, vaizler
Bugüne dek 6 program yayınlandı. Rize’den, Giresun’dan, Sakarya’dan, İnebolu’dan imamlar, hafızlar, vaizler tanıtıldı bu programlarda. Her birinin ortak tek noktası var: İslam’a ve Kur’an’a hizmet. Bu uğurda bulundukları yerlerdeki cami ve Kur’an kursu gibi ihtiyaçlar için halkı örgütlemeleri dikkate şayan.
Programlarda mevzu bahis edilen kimseler sadece Kur’an bilen kimseler değil; örgün eğitimin dışında eğitim almış Arapça, Farsça öğrenmiş, kitaplar yazmışlar. Bu zatlar, merkez haricinde, taşradaki hayata dâhil olan ve amaçları uğrunda ömürlerini vermiş inanmış kimseler.
130 kitap yazan, Arapça ve Farsçadan tercümeleri olan imam
Birkaç hikaye aktaralım bu programlardan. Mesela beşinci bölüme konu edilen Ragıp Güzel. Kendisi vaiz ve şu anda Sakarya Akyazı’da mukim. İzmir’de ve İstanbul’da da görev yapmış. 130 kitap yazmış kendisi. Arapça ve Farsçadan tercümeleri var. Çok değerli bir kitap ve tespih koleksiyonu da cabası. Yazma eserleri nasıl edindiğini anlatıyor programda. Merakınız kabarsın, anlatmayayım.
Yahut bir diğer bahse değer imam, Naylon Hafız. Esas adı Hüseyin Çınar fakat lakabı Naylon Hafız. Aktarayım hikayesini bu lakabın. Hüseyin Çınar 1956’da İstanbul Aksaray’da gezerken Küçük Langa’da bir kalabalık görür, “dur bakalım neymiş” diyerek karışır kalabalığa. Bir Hıristiyan cenaze törenine iştirak etmiş olur. Papaz gelir o ara. Hüseyin amca bir bakar ki papaz öyle şık giyinmiş ki… Kendi kendine “esas dinin lideri biziz, bunu bizim giyinmemiz lazım” diyerek böylece güzel giyinmeyi kendine şiar edinmiş. Naylon lakabı da İnegöl’de vakt-i zamanında Almanya’dan gelen ilk naylon gömleği giydiğinden. Artık Hüseyin Çınar isminin önüne geçmiş Naylon Hafız.
Anadolu irfanı bu aktarımı sağladı
Bu zatlara şu muvaceheden bakmalıyız: Bir dönem İslam birçok açıdan yok edilmeye çalışılıp vicdana hapsedilmeye uğraşıldı. Bunların hikâyeleri ve hamasi söylemleri hepimizin kulaklarında, zihinlerinde. Peki böyle ağır saldırıdan nasıl günümüze bir şeyler kalabildi? Klişe ve içi boşaltılmış olsa da kelimenin has anlamını vurgulayarak söylemek istiyorum, Anadolu irfanı bu aktarımı sağladı. Bu aktarım damarlarının izini sürmeyi bir vefa borcu olarak görüyorum.
Bu zatların hayat hikâyelerini ve hizmetlerini birkaç paragraflık dahi olsa yazmak, çocuğundan torunundan hatıralarını dinleyip kayıt altına almak gerekli. Unuttuğumuz bazı şeyleri tekrar öğrenmemiz için gerekli bunlar.
Nihai olarak programa geri dönersek, bu programın, birçok açıdan hor görebileceğimiz vilayetlerde, yörelerde hazineye malik viraneler olduğunu göstermesi açısından da değeri bilinmeli. Umarım daha nice bölümü arz-ı endam eder.
Dünya Bizim