Risale Haber - Elif Sönmezışık’ın haberi
Türkiye Diyanet Vakfı'nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.'nin katkılarıyla düzenlenen 33. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nın kapanmasına birkaç gün kaldı. İstanbullular önümüzdeki yıla kadar yolunu gözleyecekleri fuarın bu son günlerini kaçırmamak için fuara koşuyor. Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde yapılan ve Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği'nin (ESKADER) katkılarıyla organize edilen Beyazıt Ramazan Sohbetleri yirmi birinci gününde yazar ve senarist Tarık Tufan’ı ağırladı.
Günümüz insanın zihni analizi hakkında özet niteliğinde bir konuşma yapan Tarık Tufan, hem insanın ve hayatın edebiyattaki izdüşümünü hem de edebiyatın insanda ve hayattaki izdüşümünü değerlendirdi. Takdimini 33. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı Basın Danışmanı ve ESKADER Genel Sekreteri Elif Sönmezışık’ın gerçekleştirdiği sohbette Tufan, bu zamandaki insanın çelişkilerine, ortaya koyduklarına ve ortak acılara problemli yaklaşımına dair düşüncelerini aktardı. Salonda ayakta birçok dinleyicinin takip ettiği programın ve iftarın ardından kitaplarını imzalayan Tufan, okuyucuları ile bol bol sohbet edip hatıra fotoğrafı çektirdi.
ORTAK GÖZYAŞI ALANI
Gazze’de yaşanan vahşete değinerek sözlerine başlayan Tarık Tufan, son yaşananlara dair herkesin üzerine düşündüğü takdirde kendi aklı ve vicdanıyla bir çözüm bulabileceğine inandığını kaydederek “Soykırıma uğramış bir milletin daha insaflı olması beklenirdi ama katillerine benzediklerini gördük. Adorno toplama kapmına gönderildikten sonra ‘Auschwitz'ten sonra şiir yazmak da barbarlıktır’ demişti. Muhtemelen aynı şeyi Suriye, Irak ve Filistin’i gördükten sonra söyleyebiliriz.” dedi. İnsanlığın böylesi ortak acılarına ortak duygular üretebilecek politikaların da kalmadığını ifade eden Tufan, herkesin kendi bulunduğu cephenin ölülerine ağladığını, ortak bir gözyaşı alanı oluşturulamadığını, acıların da bu sebeple parçalandığını, bazı alanların bu tartışmalara fırsat vermeyecek açık masumiyet alanları olduğunu, Gazze meselesini konuşurken politik “ama”ların yeri olmadığını belirtti.
ROMANLARI TAKLİT EDER OLDUK
Edebiyatı konuşurken hayatın başka bağlamlarını da konuşmuş olduğumuzu anlatan Tarık Tufan, “Edebiyat dediğimiz uğraşı biz hayatın içinde yazarken ve o bizim aklımıza kalbimize dokunduğu kadarıyla hayatın içinde konumlamaya çalıştığımız varoluş ilişkisini tahkim eden bir şeydir. Genel itibariyle sanat böyledir. Bir meseleyi yorumlama algılama ve bir yere koyma meselemizi belirleyen şey edebiyattır. Bir meseleyi daha derin algılamamızı sağlar.” diyerek Dostoyevski’ye kadar romanlar insanın gerçeğini taklit ederken, Dostoyevski’den sonra insanların romanları taklit etmeyi başladığına dikkat çekti. Din, gelenek, edebiyat gibi insan uğraşılarının ve düşünme faaliyetlerinin bizim hayatla kurduğumuz ilişkinin niteliğini belirlediğini ifade eden Tufan, hayata edebiyatla baktığını, bu dönemin ruhu ile karşılaştığımızda edebiyatın bizi bir şeylere karşı korunaklı kıldığını belirtti. “Her toplumun her dönemde içinde yaşadığı döneme dair bir davranışlardan ve duygulanımlardan bir ruh geliştirdiğini düşünüyorum. Bugün yaşayan insanlar olarak biz de bu dönemin ruhu ile yüzyüze geliyoruz. Her dönemde bu böyleydi. Her dönemin kendine ait bir kültür sanat birikimi, inanma bicini, söyleme biçimi, ölme biçimi vardı.” diyen Tufan, bazı insanların bu yaygın ruh halinden kendini koruyabildiğini, bunun edebiyatı beslediğini söyledi. İnsanların artık çok şey anlatmasına rağmen bunu yüzyüze yapmadığı için hayatın her alanında bir probleme dönüştüğüne değinen Tarık Tufan sözlerini şöyle sürdürdü:
NEFRET NİTELİKSİZLİĞİN DIŞAVURUMU
“İnsanlar artık olayları sosyal medyada yazabilme durumuna geldi. Bazen inanmadıkları birçok şeyi o alanda dile getirmeye başladı. Oysa komşu, aynı caminin cemaati, aynı kitabın okuyucusu olmamız da mümkün ve böylece temas etmiş oluruz ve birbirimizin sahiciliğine dair fikrimiz olmuş olur. Artık kendi profilini yazarak kuran insanların kendi dünyasında anlam taşıyan değerlerle v insanlarla nasıl ilişki kurduğu da bu dönemde bir problem alanıdır. Bu dönemin ruhunun yayın özelliklerinden biri de insanın artık bir fikir üretmektense fikir kılığına girmiş nefretin taşıyıcısı ve yayıcısı olmuşlardır. Çünkü fikir taşınması ağır bir yüktür. Nefret taşıyıcılığı için bir niteliğe sahip olmanız gerekmez. Kendi kimliğini sosyal medyada yazarak oluşturan insanların en temel özelliklerinden bir tanesi sahip oldukları bir fikri savunmak yerine ötekine yönelttikleri kesin ve derin bir nefretin taşıyıcısı ve yayıcısı olmalarıdır. Bu ruhun bir diğer özelliği bütün alanların bir gösteri alanı olduğu algısıdır. Hakikat bir nefrete dönüşmez. Hakikatin yayıldığı alanda nefret değil fikir vardır, gerekirse kavga da vardır ama bu alan nefretle değil hakikatin kendi üzerinden açılır ve o alanda hakikatle yürürsünüz. Nefret söyleminin olduğu yerde yapılan şeyin edebi, dini irfani hiçbir değeri olmaz. Dönemin ruhunun yıkıcı, yıpratıcı, totaliter, pusu kuran ve performansı gösteriyi gücü önceleyen tutumlarına karşı hakikate dair küçücük de olsa bir samimiyete ihtiyacımız var ve bu samimiyet edebiyat ve irfanla derinleşir.