Tunç Adam

Hüseyin EREN

Kaybettiğimiz değerler üzerine üzülür, onları tekrar tekrar anmağa başlarız. Nedense varken önemlerini pek önemsenmez, yoklukta varlıkları hissedilir. Nimetlerin “nimet” olarak anlaşılması için elimizden gitmesi şart değil, asıl olan onları şükürle bağlamak. Nimete “değer” vermek de bir nevi şükürdür.

Bizim en kıymetli değerimiz yetişmiş insan. Her mekânda ve zamanda değerini yitirmeyen değer  “insan” üzerinde ciddi durmamız gerekiyor. Etrafımıza baktığımızda nice cevher insanların keşfedilmeyi beklediğini görürüz.

Bursa’nın yakınında Balıkesir’de böyle “değer” bir insanı yakinen tanıma, tarihe şahitlik eden hatıralarını dinleme fırsatını bulduk dost büyüklerle... Zaten kendisi de hatıralarını kaleme almış, okuyan olduğu kadar aynı zamanda “yazan” birisi.. Eskiler onu pehlivan tefrikalarından tanır. Uzun soluklu, fıkralarla süslü hatıralarını dinlerken kah düşündük, kah hüzünlendik, kah güldük. Neden olmasın ki; bir hayat meyvesinin çekirdeğini izliyorduk. Meleklerin kayıt ettiği hatıraları biz de video kameraya kaydettik. Hatta gün yetmedi kalanını başka bir güne erteledik.

71’in 12 Martından sonra tekrar baskı dönemleri başlar... Tarassutlar, gözaltına almalar, hapisler... Hasan Aktunç, mazlumların Avukatı Bekir Berk ve diğer arkadaşları sorgu mahkemesinde sorgulanmadan ağır cezadan Balıkesir’de içeri alınır. Yusuf medresesine alındıklarında gece geç saatler olmasına rağmen bütün mahkûmlar onları beklemektedirler; kim bunlar? Namaz kılanların içeri alınmalarını içleri bir türlü almaz: Suçunuz ne? Sohbetler konuşmalar, tanışmalar... Bir gece böyle geçer.

Ertesi gün namaz vakti girdiğinde Bekir Bey bir ağabeye ezan okumasını söyler, hapishanede ezan okunur.

Nur mahkûmlarına birkaç ilave olur, diğer vakitte birkaç ilave daha, her vakit namazlarında ilaveler çoğalarak artar. Anadolu’nun değişik yerlerinden gelen Nur kardeşler sorarlar: Bir ihtiyacınız var mı? Var: Hasır. Çünkü namaz kılanlar arttıkça hasıra olan ihtiyaç artmaktadır, her gelen hasırda yeni mahkûmlar namaz kılmaktadırlar. Hatta hapishane müdürü onlara yeni bir yer tahsis eder. Gönüllerle beraber yerler de genişlemektedir.

Bu duruma hapishane çalışanları şaşırır; “Biz dışarıdan din görevlileri getirdiğimiz halde bunu başaramadık, siz nasıl yaptınız?” Cevap çok basit “fıtri ubudiyet”le nazarlara sunmak.

Şimdi böyle hasır isteyenler olsa ne yapardık? Çeşit çeşit, desen desen, oymalı, işlemeli seccadeler, halılar sererdik, sererdik sermesine de “hasır” isteyenler nerde? Gönüllerimizi “fıtri ubudiyet”le tekrar serebilsek belki yine hasır isteyenler çıkabilecektir. Şimdi isteyenler yok değil fakat tahribat çok fazla, daha da serilmeliyiz, zamanlar dar gelmeli, mekânları kucaklayabilmeliyiz. Berk adımlarla yürüyüşümüzden milletler ayağa kalkmalı, tunç adımlarla koşmalı, bu koşudan yıldızlar heyecan duymalı, ay kendinden geçmeli... Kâinat aşka gelmeli... Hepsi ama hepsi içimize, isteğimize, gayretimize bağlı… İçimizde hasır isteyenlere cevap verebilsek, dışta tunç adamlar daha çok olacak.

Ne diyelim Hasan Bey, saçınız, sakalınız ağarsa da gülen yüzünüzle beraber, gönül gülünüz de hep gülsün, hatıralarınızla, hayatınızla ebediyette de gülünüz.

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.