Türk milliyetçilerinin eylemlerinde sıkça duyduğumuz bu slogan kendi içinde temel bir paradoksu barındırıyor. Zira Türk ve Kürt diye iki ayrı kategori olduğu ilk cümleyle tasdik edilirken, ikinci cümle bu ayrımı tasdik etmenin kalleşlik olduğunu söylüyor. Yani kullananların en başta kendi kendilerini kalleş ilan ettikleri bir slogan bu. Peki, bu paradoksal sloganın altında yatan toplumsal kodlar bize tam olarak ne söylüyor?
Cumhuriyet ilk kurulduğunda geleneksel aile kodları devlet diline tercüme edilmiş ve bu suretle eski rejimde genellikle İslâm’dan neşet eden meşruiyet kodlarının yerini ailevi kodlar almıştır. Türkiye büyük bir aile gibi tahayyül edilmiş, devlet adamları –tabii ki Atatürk en başta olmak üzere- bu ailenin reisi olarak konumlandırılmıştır. Bu yüzden gündelik hayatta “devlet büyükleri” tanımı pek yadırganmadan kullanılır. Vatandaşlar ise, İslâm kardeşliği algısını ulusal kardeşliğe dönüştüren yeni ve milliyetçi bir kardeşlik tanımı çerçevesinde birbirinin kardeşi olarak konumlandırılmıştır. İlk bakışta oldukça masum görünen kardeşlik söyleminin siyasal alandaki izdüşümleri ise pek de masum sayılmaz.
Bu söylem öncelikle statüko tarafından ötekileştirilmiş olan Kürtlerin sahip oldukları farklılıkları örtmeye yarar. Hâlbuki, Kürtlerin “Kurtuluş Savaşı’nda beraber savaştık”tan öte bir tarihi, Türkçeden farklı bir dil grubuna ait bir anadili ve o anadilde yazılmış muhtelif eserlerden müteşekkil bir edebiyatı vardır. Fakat ne hikmetse kardeşlik söyleminin günümüzdeki bayraktarları ne Kürtlerin Türklerden ayrı bir tarihinin olduğunu, ne Kürtçenin müstakil bir dil olduğunu, ne de Kürt edebiyatının başlı başına bir literatür oluşturduğunu kabul eder. Milliyetçi kardeşlik söylemi, tüm bu farklılıkları es geçerek, Türkler ile Kürtlerin ‘kardeş’ olmaktan ötürü ‘özdeş’ oldukları iddiasını zımnen içerir.
Mevzubahis kardeşlik söyleminin en az bunun kadar vahim olan bir başka sonucu ise vatandaşlar arasında var olan ama “yokmuş gibi yapılan” hiyerarşiyi örtmeye yaramasıdır. Malumunuz, kardeş kelimesi “aynı anneden doğan çocuklar” anlamının yanı sıra kardeşlerin içinde “yaşça küçük olan”ı ifade etmek için de kullanılır. Türk milliyetçilerinin Kürtlerle kurduğu kardeşlik bağı da bu tür bir hiyerarşiyi doğallaştıran bir anlayışa karşılık gelir. Hasıraltı edilen bu üstenci zihniyet geçenlerde Ersoy Dede’nin programında bir Türk milliyetçisinin, karşısındaki Kürt aydınına sarf ettiği sözler sayesinde bir kez daha gün yüzüne çıktı: “Kardeşiz ama burada büyük abi biziz.”
Bu kibirli tavır, İslâmî kardeşliğin, seküler bir ideoloji olan milliyetçiliğe alet edilmesinin sonucudur. İslâm’ı hayatının merkezine koyanlar içinse kardeşliğin anlamı Peygamber’in şu sözlerinde mevcuttur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman, asla kardeşine zulmetmez, onu kendi başına terk etmez, onu zelil etmez. Bir Müslümanın bir Müslüman kardeşini hakir görmesi kadar büyük bir kötülük yoktur.” Ülkemizde Kürt olmayan Müslümanların, Kürtlere İslamî kardeşlik anlayışının gerektirdiği biçimde sahip çıkmadıkları ve milliyetçi anlayışları yüzünden hâlâ ekseriyetle aynı hatayı yaptıkları aşikâr. Her şeye rağmen Türkler ve Kürtler arasında birbirine kardeşlik hukuku ile bağlı olduğunu hissedenlerin sayısı oldukça fazla. Bu yüzden TSK ile PKK arasındaki savaş, toplum içinde kitlesel bir karşılık bulmuyor.
Yine de günümüzde Türkler ile Kürtler arasındaki ayrışmanın hiç bugünkü kadar keskin olmadığı söyleniyor. Bu tesbiti yapanların gözden kaçırdıkları iki nokta var.
İlk olarak, Türk-Kürt ayrışması, milliyetçi politikaların izlendiği her zaman mevcuttu ama Kürt meselesi siyasal olarak müzakere bile edilemediğinden bu ayrışma somut bir gerçeklik olarak algılanmıyordu. Bugünse bir kısım milliyetçinin “büyük abi biziz” demesine yol açacak kadar kristalize olmuş bir ayrışmanın varlığı ile yüzleşiyoruz. Yani bugüne kadar var olan ama göz önünde olmayan ayrışma, bugün gözlerimizin önünde cereyan ettiğinden biz bu ayrışmanın çok keskin olduğu izlenimine kapılıyoruz.
İkinci olarak, Kürt meselesi çözülürse, “Türküm” diyebildikleri için psikolojik olarak da olsa kendilerini üstün/egemen görenler Kürtlerle eşitlenecekler. Böylelikle de, “Türkiye, Türklerindir” anlayışı bertaraf edilmiş olacak. Bu yüzden egemen pozisyonlarına tutunmaya çalışanlar çözümün önünde durmakta ısrar ediyorlar. Tüm çekişmenin sebebi biraz da bu ama tek farkla: Bu sefer başaramayacaklar.
Taraf