Başlık Üstadımıza aittir. Muhatapları ise Zübeyir Gündüzalp, Ziya Arun ve Mustafa Sungur ağabeylerdir.
Sözün kayıtlara geçtiği yer ve zaman tarafımdan çok tekrar edildi.
Bir daha tekrar ediyorum:
Takvim yaprakları 19 Eylül 1949 gününü göstermektedir.
Mahkeme-i Temyiz, Afyon Mahkemesinin mahkûmiyet kararını esastan bozmuştur.
Yirmi ayını hapiste tamamlayan Üstadımız, 20 Eylül sabahı güneş doğmadan önce polisler nezaretinde tahliye edilerek Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur ve Ziya Arun’un kaldıkları eve getirilir.
Eve geliş anını Sungur Ağabey şöyle anlatıyor: “Biz sabah namazını yeni kılmış, tesbihata başlamıştık. Baktık bir fayton sesi geliyor, yani atların yürüyüşünün sesini, şakırtısını duyduk. Kalktım pencereden baktım. Eve doğru bir fayton geliyordu. “Üstad geliyor!” dedim. Aşağı indik, eve elli metre mesafede faytonu karşıladık. Üstad faytondan indi, polisler de arkasından. Üstadımızın elini öpmeye uzandık.
Hz. Üstad polislere hitaben:
“İşte bunlar Türk milletinin medar-ı iftiharlarıdır” dedi.
Elhak öyledirler!
Üstadımız der ki:
“Bir mevcut, vücuttan gittikten sonra, zahiren kendisi âdeme, fenaya gider. Fakat ifade ettiği manalar baki kalır…”
Bunlar gök kubbemizin baki sadalarıdır.
Bir anekdot daha:
Afyon hapishanesinde bulunan Üstadımıza’a mektup yazan on sekiz yaşındaki genç öğretmen Mustafa Sungur, tutuklanarak hapishaneye gönderilir.
Muallim Mustafa Sungur Afyon hapsine girmeden önce Safranbolu’da mahkemeye çıkarılır.
Mustafa Sungur’a savcı sorar:
“Said Nursi’yi nasıl tanıyorsunuz?”
“Kemalat-ı insaniyenin zirve-i balâsında biliyorum.”
Sungur, aynı ifadeyi Afyon Sorgu Hâkiminin karşısında da tekrar eder.
Sorgu hâkimi Bediüzzaman’ın şahsına çok ağır hakaret eder ve galiz tabirler kullanır. Sungur dayanamaz:
“Haşa! Bediüzzaman, kemalat-ı insaniyenin zirve-i balâsındadır.”
Savcı hakaretamiz ifadelerine devam eder. Sungur hızını alamaz bu sefer şöyle haykırır:
“O, baştan başa nurdur!”
Hakim çok kızar, ne yapacağını şaşırır, hiddetinden var kuvveti ile bağırır:
“Çııık!”
Ve Mustafa Sungur genç yaşta tutuklanır…
Bu anekdotu dört yıl önce Üstadımıza ait bir anma toplantısında Sungur Ağabey’in huzurunda kalabalık bir kitleyle paylaştığımda Sungur ağabeyin o anki “müeddep ve mütevekkil” hali beni çok etkilemişti.
İşte o, altmış beş yıllık Nurculuk serencamının bütün karelerini ruhunda yaşayarak, o sevdaya ait bütün acıları sabırla yararak bu günlere geldi ve fani ömrünü Baki-i Hakikiye emanet etti.
Artık Rahmetin kucağında dinlenme vaktidir!
Rahmetin kucağına inen size ve sizden evvelkilere selam olsun.
Değerli dostlar, hiçbir hadise sebepsiz ve hikmetsiz değildir.
Hele Nurcluğun şahs-ı maddiyesi ve maneviyesi için fevkalade önemli olan bir rüknün, “hayatı” kadar “mematı” da hikmetler zinciriyle yoğrulu olmalıdır!
Sungur Ağabey’in vefatı, genelde alem-i insaniyet için, özelde de alem-i İslamiyet ve Nurculuğun selameti için “bedel” anlamına gelmektedir.
Mahzunuz, mükedderiz…
Ayrılık acısı ruhumuzu sarsmaktadır…
Ama ne çare!
İlahi takdir, “yeter, yanıma alıyorum!” dedi…
Biz de boyun eğdik…
Bizim bir Sungur ağabeyimiz yok artık…
Hatıraları ile teselli bulacağız, şevkleneceğiz…
Sungur ağabey iki üç kuşağın “Said Nursi”si idi.
Şu anda hayatta olan ağabeylerin içinde Üstadımıza en çok hizmet eden ve yanında kalan ağabeyimiz o idi.
Ondan yaş itibari ile büyük olan ağabeyler bile meselelerini onunla istişare ediyorlardı.
Herkes onun şahsında Üstadını hissetti ve yaşadı.
Şimdiki Nurcu kuşağın yüzde yüzü ona temas etti, hatıra yaşadı, duygu yoğunluğuna girdi.
Onun hayatı bir ciheti ile “Üstadın hayatı” oldu, hizmet etti, meyve verdi…
Bütün âlem-i İslamın, nur talebelerinin başı sağolsun…
Isparta’yı, İstanbul’u, Karabük’ü, Safranbolu’yu…
Karadeniz’i Doğu Anadoluyu, İç Anadolu’yu…
Rusya’yı, Azerbaycan’ı, Almanya’yı, Filipinleri..
Evet her yeri “taziye” ediyorum.
Sizi taziye ediyorum, kendimi taziye ediyorum…
Cenab-ı Hak alem-i ahirette ona rahmeti ile muamele eylesin, bizleri de şefaatine nail eylesin..
Son söz Hamdi Sağlamer Ağabeyin:
Baharda hazan var, yazda kış olmuş.
Bülbüller neşesiz, gül kırış olmuş.
Sanki yaşamaktan bir bıkış olmuş.
Gönüller hüzünlü, dostlar kan ağlar,
Gündüz gece olmuş, asuman ağlar.
Tullab-ı Nur ağlar, nevcivan ağlar…