Aydın çıkmazından bahsetmeden önce, aslında aydının ne demek olduğu üzerinde fikir yürütülmelidir. Cemil Meriç; Mağaradakiler adlı eserinde, aydının anlamını oldukça geniş bir kaynak perspektifinde inceler ve başlıca iki vasfını nazara verir: 1-Aydın, zamanının irfanına sahip olacaktır. Ülkesinin dilini, edebiyatını, tarihini bilecek, dünyadaki belli başlı düşünce akımlarına yabancı kalmayacaktır. 2- Peşin hükümlere iltifat etmeyecek, olayları kendi kafasıyla değerlendirecektir(Meriç, 1998: 25).
Bu tanım çerçevesinde, acaba aydın sayısı ve aydın kalitesi bakımından Türkiyede durum nedir? Bununla beraber aydınlarımız ne seviyede aydınca bir tartışma içindeler? Alev Alatlı Nuke Türkiye (Kasım 2001) adlı romanında Türkiyenin aydın profilini medya üzerinden inceleyerek, yazar ve çizerleri mercek altına almış(s. 231-259). Buna göre, bir ay içinde yapılan araştırmada köşe yazılarında toplam 381 konuya değinilmiş. 381 konunun 16 tanesi sütun yazarlarının birbirlerine yaptıkları göndermelerden oluşmuştur. Yani yazılan makalelerin en az yüzde dördü, ikinci dereceden bilgi üzerine kurulmuştur. Bu da olayları kendi kafasıyla değil, başkasının kafasıyla düşünen insan profilini gösterir. Bu birbirinden apartma hadisesi yanlış bilgi üzerine bina edildiğinde, yanlışın bilgiye dönüşmesi ortaya çıkmaktadır. Zaten aydınlarımızın çoğu da bu yanılgıya düşmüyor mu? Böylece hem aldanıyor hem de aldatıyorlar.
Ayrıca sütunlarda gruplaşmalar da meydana gelmektedir. Mesela bir yazar bir ayda kendine yakın bulduğu kişileri, fikirleri yanlış veya doğru olsun, tam on üç kez sütununda işlemiş. Bunun, tipik yandaşları koruma hadisesi olduğu vurgulanmış. Hal böyle olunca, gazete sütunlarında boy gösteren aydınlar, karşılıklı kişisel tartışmalara sıkça yer vermektedirler. Bu sonuçla, aydınların düşünce sistemlerinin düzensiz-dağınık olduğu fikrine varıldığı gibi, geçerliliklerini kabul ettikleri en basit önerilerin sonuçlarını analiz etmekten bile yoksun oldukları savını desteklemektedir ki, romanda ortaya konan da budur.
Peki bu çıkmaz nereden kaynaklanıyor? Aydınların, şahsa yönelik spekülasyonları, ikinci elden bilgilerle yetinmeleri ve hatta ifade ettikleri düşünceleri yanlışlar üzerine kurmaları nereden kaynaklanıyor? Şüphesiz bunlar Cemil Meriçin aydın tanımına tam olarak intibak edememekten kaynaklanmaktadır? Nasıl mı? Bir kere, gözümüzü hep dışarıya diktik ve dışarıyı kendimize adapte etmek yerine, kendimizi dışarıya adapte edip ihmal ettik. Gelişmeleri bilimsel mantıkla değil; hazır bulduğumuz ve kendimize ait olmayan mantıkla inceledik ve eleştirdik. Araştırıp inceledikten sonra inanmak yerine, önce inanıp daha sonra gerekçeler bulmakla yetindik. Bunun en büyük delili de aydınlar arasında kavramsal karmaşanın meydana gelmesidir. Mesela milliyetçiyim diyen birisine karşılık, diğeri ulusalcıyım demekte ve aynı karmaşa lâiklik, hür düşünce ve hukukun üstünlüğü diye nitelenen kavramlarda da sürmektedir. . Bu da dil ve düşüncede parolalaşmayı beraberinde getirmiştir. Oysa düşünce, dolayısıyla da onun ifade vasıtası olan dil parolalaştırılamaz. Zira parola sınırlı ve belirli alanda kullanılırken, dil evrensellik boyutuyla her alanda kullanılır.
Bugün her aydın; siyasî, dinî, toplumsal, ekonomik vs. gibi ülkeyi ilgilendiren her meselede sadece kendi zannı üzere hareket etmemek ve doğru zannettiği bilgi ile mutlak doğru arasındaki sınırı iyi tayin etmekle yükümlüdür. Bununla beraber, karşılaştığı olaylara duygusal yönden yaklaşmayıp mantıksal çerçeveden analiz etme yolunu tercih etmelidir. Öte yandan bu ülkede yaşanan kültür ve benlik bunalımını bütünsel bir bakış açısıyla irdelemeyi prensip edinmesi gerekir. Bu da ülkesinin dil, edebiyat, kültür ve tarihini bilmesi, geçirdiği evreleri nesnel bir şekilde analiz etmesi ve söz konusu bunalımla ilgili, dünyada meydana gelen belli başlı düşünce akımlarını bilmesiyle mümkün olur. Yoksa heybesi boş olanın, vereceği de boş olur.