Taşın sert, ateşin yakıcı olduğunu öğrenmek için bazen ellili yaşları geçmeniz gerekebilir. Bir rüyadan uyanırsınız çoğu zaman vakit geçmiş olur oysa! Bu günlerde özlü söz söyleme merakım beni zorluyor! Güzel fikirler faydalı ilaçlar gibidir. Zamanında hayata geçme imkanı bulamazlar ise faydaları görülmez!
Türkiye’de açıktan ezan okunuyor mu?
Bazı meslek erbabı vardır ki halkın nabzını tutarlar! Siyaset, ekonomi, uluslararası ilişkiler, futbol vs. Onlara sorun kısa zamanda size net bir fotoğraf çekerler! Bildiğim kadarıyla berberler ve taksi şoförleri bu meslekler arasındadır.
Konuşmam çok kötü alıştırma yapmalıyım! Hal hatırdan sonra Türkiye’den geldiğimizi öğrenen taksi şoförü soruyor!
“Türkiye’de ezanı açıktan okuyabiliyor musunuz?” Benim verdiğim cevabın önemi yok ama sual önemli!
Bir diğeri okul kapılarında başörtülü öğrenciler joplanırken polislerin ellerinde tuttuğu köpekleri görmüş olmalı “anayasanızda din var mı?” diyor!
Başka bir seferdeyiz! “Racülün hadid” diyor başbakanımız için!
“Seviyor musun!”
“Evet!”
“Niçin?”
“O Netanyahu’ya bir dakika siz öldürmeyi iyi bilirsiniz! Çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz!” demişti.
Bir başkası uzak bir eyaletten “ben Türkleri Allah’a inanmıyorlar diye biliyordum! Bir Yahudi öğretmenimiz vardı, bize ‘Türkiye’ye bakmayın orada gençleri kesiyorlar!’ demişti. Bir iki yıl önce Konya’ya gittim! Aman Allah’ım o neydi öyle! “Mescid beynel mescid hüna mescid” (İki mescid arasında yine bir mescid var!) Ben Medine’ye de gittim! Şimdi yer yüzünde Medine’den sonra en çok Konya’yı seviyorum!
Bu konuşma örneklerine dünyanın herhangi bir yerinde rastlamanız mümkündür. Esasen hac günlerinden bu yana vicdanımı rahatsız eden cümleleri yeniden hatırladım!
Bilirsiniz birinci cihan harbinin ardından son hilafet devleti yıkılmış, sancak yere düşmüştü. İmam Bediüzzaman o günlerin bir değerlendirmesini yaptı: Bu yenilginin asıl sebebi haccın hikmetinin ihmal edilmesiydi.
“İşte Hind düşman zannederek halbuki pederini öldürmüş. Başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas öldürülmesine yardım ettiği biçare valideleri olduğunu ‘ba’de harabi’l Basra’ anlıyor. Ayak ucunda ağlıyor. İşte Arap yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp hayretinden ağlamayı da bilmiyor.”
İşte Afrika biraderini tanımayarak öldürdü. Şimdi vaveyla ediyor. İşte alem-i İslam bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip ah u fizar ediyor.’
Bir cihan devletini tarihin çöplüğüne atan bir içtimaî günah için bu gün tövbe edilmiş midir?
Alemin gidişatına bakılırsa bunu söylemek zor! Haccın en anlamlı vakti olan Arafat vakfesi bu açıdan önemli! Ne var ki Arafat günü her kavim ayrı bir tel örgü içinde akşama kadar adeta hapsediliyor! (Ben on sene önce gittiğimde uygulama böyleydi şimdi değiştiyse bilmiyorum.) Arafat’ta dua kadar tanışmak da önemli! Hatta bizzat Arafat kelimesi arafe=tanışma kelimesinden geliyormuş. -İtiraf edeyim bunu yeni öğrendim!- Yani yevmül arafa=tanışma günü diye dilimize çevrilebilir! Haccın hikmeti tanışma olunca bu tanışmanın derecesi nisbetinde haccın makbuliyetinden söz edilebilir!
Üstad’ın ifadelerinden Türkiye’nin vahdet ve ittihadına özel bir önem atfedildiğini çıkarmamak mümkün değil, hak aramak ile vahdeti bozmak aynı şey olmamalı! İttihad-ı İslam’a çalışmanın her Müslümana farz bir görev olduğu şu günlerde mü’minler tavırlarını daha dikkatli belirlemeli!
Mealen hatırladığım bir hadiste Alemin Efendisi (asm) garipleri sayarken “kavmi içinde anlaşılamayan alim”i de saymıştı. İmam Bediüzzaman’ın eski eserlerinde zaman zaman imzasını Garibüzzaman diye atması acaba bir tesadüf mü?
Gurbet Nidası
Neredeyse bir ay oldu dostlardan ayrılalı. Dostlarım hep hasret dolu satırlar beklediler. İfadeler inceden inceye bu imalarla dolu. Bir sevdiğime kalbin hasret kapısını açmayacağımı söyledim. Yoksa buralarda duramam dedim!
Ancak gurbete düşen sadece biz değiliz! Ademoğlu olmak zor zanaat! Şöyle diyorum; insanlar Adem (as) zamanından beri aynı acıyı, aynı sevinci yaşarlar. Ancak ifade tarzları ve dilleri farklı farklı olur! İşte zamanın kahrına uğramış Kurtubalı bir şair Ebu Velid b. Abdullah ibn-i Zeytun (h. 441) sürgün yaşadığı yıllarda acı ve hasret dolu şiirler yazmış dostlarına. Nasibi varmış belki bir fatiha okursunuz garibe!
Bu şiiri dostlarımın beklentisini karşılamak için tercüme etmeye çalıştım:
Gurbet Nidası
Bir garip vardı hatırlıyor musunuz
Sizi anmaktan uykusuz, göz çukurları acıyla doldu
Hüznünü gizlese de iştiyak ve hasret söz dinlemiyor
Ateşin gizlisi ve açığı arasında bir fark yokmuş meğer
Va hasreta! Onun kalbi hala göğsünde mi?
Sevgilinin konak yerinde bıraktığı
Hatıraların esiri iken!
Gece zulmetli, gözler uykusuz
Ve yuvasından ayrı düşmüş bir kuş
O anlattı ben anlattım hüzün ve hasreti
Bir fark var aramızda lakin
Onun ayrı düştüğü yuvanın
Bir kalbi yok!
Bir daha aynı sofraya oturacak mıyız
Sevgi ve dostluk yeminleri ettiğimiz!
Hala sözünüzde misiniz dostlar!
Ben ahdimi bozmadım hala
Kerim olanlar sözleri ile imtihan olurlar
Bayram size şevk ve saadetle gelsin
Hatıranız hüzün getirir ona
Karanlık geceler var dostlarla arasında
Bir de zamanın suçu olan şiirleri
Nasıl yaşadığını sorma birde
Evsiz, dostsuz, çaysız, vatansız
Çoluk çocuksuz, nasıl yaşanırsa öyle.
(Kurtubalı Şair Ebu Velid b. Abdullah ibn-i Zeytun)