Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi girişimi olan çözüm süreci ile tarihi bir yola girdi.
Yıllardır Doğu ve Güneydoğu’da yükselen yaylım ateşi sadece Kürtleri değil Türkiye’de yaşayan bütün etnik unsurlara büyük acılar ve tahribatlar yaşattı.
Köyünden cebren göçle ayrılanlar, dili yasaklananlar, evladı şehid olanlar, sosyal ve kültürel her türlü haktan mahrum kalanlar, nelerde neler…
Bu siyasi girişim başarıyla nihayete erdirilmezse o eski acılar, maddi-manevi kayıplar korkarım tekrar yaşanacak.
Yaşanmakla kalmayacak Kürt sorununu ve bölgede yükselen ayrılıkçı fikirler maziye nazaran daha da kuvvetlenecek, sorun daha da kaotik bir yapıya dönüşecek.
Zira Ortadoğu’ya, burnumuzun dibine sıçrayan etnik ve mezhepsel savaşlar haliyle bölgeyi de etkilemekte ve zaman zaman ülkemizde de asayişi tehdit altına almaktadır.
Ancak bütün bu olumsuz tabloya rağmen çözüm süreci ile kat edilen yol meselenin ne devletin ne de her hangi bir siyasi partinin olmadığı, siyasetten ziyade sürecin Türkiye’de yaşayan bütün etnik unsurların ortak değeri olduğu gündüzde güneşin varlığı kadar açık ve net artık.
Evet, çözüm süreci artık milli bir meseledir.
Halkın ta kendisidir!
Çözüm süreci, yıllardır hakları gasp edilen mazlumların hakkının iade edilmesi ve Türkiye’nin maddi- manevi huzura erişme hareketidir.
Türkiye’nin dahili ve harici düşmanlara, fesat ve zındık komitelerine karşı dik duruşudur çözüm süreci.
Çözüm süreci halkın artık birbirine kırdırılmadığı, haksız yere kimsenin ölmediği, ötekileştirilmediği büyük bir Türkiye portresidir.
İnşallah bu tarihi adımlar siyaset canibinde kalmayacak Şark’tan Garb’a; Şimal’den Cenub’a kadar herkesin, her vatandaşın dünyasında yer edinecek.
Bu yüzden bölgede yaşayan halklar olarak çözüm sürecine kim ne katacaksa, kim ne hizmet edecekse dahil edilsin istiyoruz.
Bu kardeşlik halkası daha da genişlesin; masada, kalem-kâğıt üzerinde değil bizzat hayatın içine girsin arzu ediyoruz.
Bölgeye kim bir nam bırakmış ve terk-i diyar etmişse, kimin maddi-manevi hizmeti olmuşsa onlar gün yüzüne çıkarılsın.
Sokaklara, parklara, okullara, kent meydanlarına hülasa nerede isim verilecek bir yer varsa bu zatların ismi verilsin, çözüm sürecine somut katkıları olsun diliyoruz.
Selahaddin-i Eyyubi’den, Ehmedé Xanî’ye; Melayé Cızîrî’den, İdris-i Bitlisî’ye bütün ortak değerler tekrar yaşatılsın.
Emin olun çözüm süreci daha da maddi-manevi kuvvet bulacak.
Ancak bu isimlerle birlikte Bitlis Hizan’dan başlayan ve peygamberi davası artık her cenaha yayılan bölgenin, Türkiye’nin hatta artık dünyanın bahsettiği Bediüzzaman Said Nursi gibi zamanın güzel insanına ayrı bir değer verilsin.
Zira o iman-Kuran mücadelesi ile yetinmemiş, bundan yüz sene evvel meşrutiyet ve ittihat-ı terakki dönemlerinde de Kürt meselesiyle yakından ilgilenmiş, Kürt aşiretleri ile sık sık görüşmüş, bölgede fen ve din ilimlerini beraber okutacak medrese teklifini bizzat dönemin padişahına önermiştir.
Böyle bir zatın elbette Kürt meselesine gerek ismiyle gerekse yüz sene evvel ortaya attığı fikirleri ile katkı sağlayacağı aşikârdır.O yüzden bugünlerde inşaatı biten, Adıyaman ve Şanlıurfa’yı birbirine bağlayarak medeniyetleri birleştirecek olan, Şark’ın ve Garb’ın uhuvvet ve tesanüd köprüsü olacak ve Türkiye’nin en büyük 3. asma köprüsü Nissibi’ye “Bediüzzaman Said Nursi Köprüsü” adı verilmesini şiddetle talep ediyorum.
Bediüzzaman, hem Türklerin hem Kürtlerin ortak değeridir.
Bediüzzaman, hem Said-i Kûrdi’dir, hem Said-i Tûrki’dir!
Bu iki asil milleti birleştirecek ve umumi sulha kapı açacak büyük bir zattır.
Bu köprüye vereceğiniz bu isimle eminim Türk-Kürt kardeşliği tekrar neşvü nema bulacak.
Bu teklifimi duyan Sayın Cumhurbaşkanımız da eminim bana destek verecektir.
Sayın Başbakanımız da…
Ve Türkiye’de artık akıtılan kanlar dursun, anaların gözyaşları dinsin, ülkeye refah ve huzur gelsin isteyen herkes de destek verecektir.
Adım gibi eminim!
Kamuoyuna duyurulur.
(Bediüzzaman’ın, Kürd Teâvün ve Terakkī Gazetesi’nin 22 Teşrînisânî 1324, 11 Zilka'de 1326 [5 Aralık 1908] tarihli 1. sayısının 7. sayfasında yayınlanan Kürdce Makālesi)
Bedîüzzamân Molla Saîd-i Kürdî'nin Nesâyihı (Nesîhetê Bedîuzzeman Mella Seîd‑ê Kurdî)
Ey gelî Kurdan!
Îttifaqê de quwet, îttihadê de heyat, di biratiyê de se'adet, hukûmetê de selamet heye. Kapika ittihadê û şirîta muhebbetê qewî bigrin, da we ji belayê xelas ke. Qenc guhê xwe bidinê, ezê tiştekî ji we ra bibêjim:
Hûn bizanin ku sê, sê cewherê me hene, hifza xwe ji me dixwazin. Yek Îslamiyet, ku hezar hezar xûna şehîdane bihayê wê dane. Ê duduyan însaniyet, ku lazime em xwe nezera xelqê de bi xizmeta 'eqlî, ciwanmêranî û însaniyetiya xwe nişanî dunê bidin. Ê sisiyan milliyeta me ye, ku meziyetê da me. Ê berê ku bi qenciya xwe saẍin; em bi karê xwe, bi hifza milliyeta xwe rûhê wan qebra wan de şad bikin.
Piştî wê, sê dujminê me hene, me xerab dikin: Yek feqîrtî ye, çil hezar hemmalê Îstenbolê delîlê wê ye. Ê duduyan cehalet û bê xwendinî, ku hezar ji me da yek «qazete» nikarin bixûnin delîlê wê ye. Ê sisiyan dujminî û îxtilafe, ku ev 'edawet quweta me wunda dike, me jî musteheqî terbiyeyê dike û hukûmet jî, ji bêînsafiya xwe zulm li me dikir.
Ku we ev seh kir bizanin çara me ev e: ku em sê şûrê elmas bi destê xwe bigrin; ta ku em hersê cewherê xwe ji destê xwe nekin, hersê dujminê xwe ser xwe rakin!. Û şûrê ewil* me'arif û xwendine. Ê duduyan îttifaq û muhebbeta millî ye. Ê sisiyan însanê bi nefsa xwe şuẍla xwe bike û mîna sêfîlan ji qudreta xelqê hêvî neke û pişta xwe nedetê.
Wesiyeta paşî; xwendin, xwendin, xwendin û dest hev girtin, dest hev girtin, dest hev girtin.
…
Bedîüzzamân Molla Saîd-i Kürdî'nin Nesâyihı
Ey Kürdler!
İttifâkda kuvvet, ittihâdda hayât, kardeşlikde saâdet, hükûmetde selâmet vardır. İttihâd halatını ve muhabbet şerîdini sağlam tutun, tâ sizi belâdan kurtarsın. Güzelce kulak verin, size bir şey söyleyeceğim:
Biliniz ki üç, üç cevherimiz var, bizden muhâfazalarını isterler.Biri İslâmiyet ki, bin binler şehidlerin kanıdır ona bahâ verilen. İkincisi insâniyet ki, halkın (hâricin) nazarında kendimizi aklî hizmetle, civanmerdâne ve insâniyetçe dünyâya göstermeliyiz. Üçüncüsü milliyetimiz ki, bize meziyeti veren odur. Bizden öncekiler ki iyilikleriyle sağdırlar, sa‘yimiz ve hıfz-ı milliyetimizle onların rûhunu kabirlerinde şâd etmeliyiz.
Bunun ardından, üç düşmanımız vardır, bizi harâb ediyorlar. Biri, fakirlikdir, İstanbul'daki kırkbin hammâl bunun delîlidir. İkincisi, cehâlet ve okumamışlık, ki içimizden binde birinin «gazete» okuyamayışı bunun delîlidir. Üçüncüsü, düşmanlık ve ihtilâfdır ki, bu adâvet, kuvvetimizi kaybettiriyor, bizi de terbiyeye müstehak ediyor ve hükûmet de insafsızlığından bize zulm ediyordu.
Bunu işittiyseniz biliniz çâremiz şudur ki: üç elmas kılıcı elimizde tutmalıyız, tâ ki, üç cevherimizi elimizden etmeyelim, üç düşmanımızı üzerimizden kaldıralım!. Ve birinci kılıç, maârif ve okumadır. İkincisi, ittifâk ve millî muhabbetdir. Üçüncüsü, insan kendi işini kendi nefsi yapsın ve sefiller gibi başkasının kudretinden ümîd etmesin ve bel bağlamasın.
Son vasiyetim: okumak, okumak, okumak ve el ele vermek, el ele vermek, el ele vermek.
Molla Saîd