Türkiye'nin ilk başörtülü doktoru

Türkiye'nin ilk başörtülü kadın doktoru olan, 1925 doğumlu olan Doktor Ayşe Hümeyra Ökten...

Yıldız Ramazanoğlu'nun yazısı

Dindar bir doktor hanım Hatıratlar ya da nehir söyleşiler yakın geçmişimize en iyi ışık düşüren kitaplar.

Fakat daha çok erkekler üzerinden işlerdi bu tarih. Kadınlar bu konuda daha çekingen davranmışlardı çeşitli nedenlerle. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sosyal hayatta, dinî yaklaşımlarda oluşan farklılaşmaları Türkiye'nin ilk başörtülü kadın doktoru üzerinden izleyebileceğimiz bir kitap yayınladı Nevin Meriç. Büyük hikâyemizin dindar bir kadının anlatımıyla belirginleşen kayıp halkalarından biri daha çıktı ortaya.

1925 doğumlu olan Doktor Ayşe Hümeyra Ökten o zamanki İstanbul'un en mutena semti olan hatta bu yüzden nefs-i İstanbul denilen Beyazıt'ta yetişmiş bir kadın. Bu gözde muhitte cumhuriyet elitlerinin arasında bulunmakla beraber aslen dindar bir aileden geliyor. Baba tarafı Trabzon'da nesiller boyunca hafız olarak yetişmiş din adamı olarak görev yapmış değerli kişilerle dolu. Fakat hocalık sadece Allah rızası için yapıldığından aile büyük kayıklarla deniz ticareti ve nakliye yaparak geçimini sağlarmış. Hayatları kerametlerle dolu kalp gözleri açık, gerçekleşen sahih rüyaları olan salih insanlar.

Babası Celaleddin Ökten hoca hastalığının en şiddetli zamanlarında bile 'elhamdülillahi ala külli hal' diyen biri. O dönemin genel hissiyatıydı bu. Az tüketilir israftan şiddetle kaçılır ve başa gelen her şeye şükredilirdi. O, ayrıca lambasının gazı bitene kadar okuyan bir adam. Nitekim kitap okurken vefat edince kitabı öyle açık kalmış kucağında. İnsan hayatında ne iş üzerindeyse ölümü de o iş üzerinde oluyor bir bakıma. Söyleşide önemli bir yer tutmuş olan Celal Hoca Türkiye'nin ilk üniversitelilerinden ve tam bir Arapça üstadı. Fakat Darülfünun'un felsefe ve edebiyat bölümünü bitirdiğinden Arapça itibarını yitirdiğinde de öğretmenliğe devam edebilmiş. O zamanlar İstanbul Sultanisi denilen İstanbul Erkek Lisesi'nde Arapça dersleri verirken Arapça ve Farsçanın kaldırılmasıyla (1 Eylül 1929) felsefe okutmaya başlamış. Kabataş ve Vefa gibi önemli liselerde de çalışmış, öğrencilerine Fransızcadan Durkheim, Kant, Auguste Comte okutan, tercümeler yapan bir hoca. Çevresinde Mahir İz, Seyyid Abdülhakim Arvasi, Babanzade Ahmed Naim, Mehmet Zahid Kotku gibi feyz aldığı dostları olan Nurettin Topçu'nun öğretmeni olmuş bir kişi. Ayrıca imamlarımızın edebiyat, matematik, fizik gibi ilimleri de öğrenmesi gerektiğine inanarak yeni bir muhtevayla imam hatipleri ilk kuran kişi.

HAK İÇİN HALKA ADANMIŞ BİR HAYAT

İşte Ayşe Hümeyra, tanınmış bir müderris olan babası tarafından modern ama dindar bir kız olarak böyle bir çevre içinde yetiştirilmiş. Annesi ise baba tarafından Kafkasya-Ahıska'dan gelmiş Gürcü asıllı bir aileden, anne tarafından ise Filibe'den geliyor. Onlar da medreselerde dersler veren âlimler silsilesi içinde günümüze gelmişler. Ayşe Hümeyra Hanım, doktorluk yaparken büyüklerinin geldiği yerleri görmek için Filibe'ye gitmiş bir gün. Bu ülkede herkes çok derin köklere, zengin dillere, renkli bir coğrafyaya sahip. Ne kadar farklı coğrafyalardan insanların bir araya gelip din bağıyla kaynaştığını gösteren önemli bir delil doktorun aile yapısı. Kitap aynı zamanda cumhuriyete geçiş döneminin ilk sosyal çalkantılarını, inançlarla yeni eğilimler arasındaki sıkışmaları açığa çıkarıyor. Mesela bir önceki neslin kıymeti ve değeri olarak kabul edilen 'yaşlılar, büyükler', yeni toplum hayatında 'ülkeyi geri bırakanlar' olarak tanımlanıp değersizleştirilmiştir. Âlimlerin bilgileri hiçe sayılmış, cahil insan muamelesi yapılmış ve nice ilim erbabı hiç durumuna düşürülmüştü.

Yedi yaşından itibaren cumhuriyetin okullarından geçmiş, 'çağdaş eğitim' almış olmasına rağmen dindar kimliğini kurabilen, bütün aşağılamalara rağmen derin bir özgüvenle bu çoklu varoluşu doğallıkla taşıyabilen bir kadın olarak aslında alışılagelen İslamî kimliğin de dışında bir hayatı var doktor hanımın.

Dindarların kendini korumak adına içe kapandığı, 'kadının yeri evidir' görüşünün en yaygın olduğu zamanda Ortadoğu'da gemiyle, kara yoluyla, tayyareyle tek başına birçok yolculuk yapmış, sayısız insanın şifasına vesile olmuş, çantası elinde hastalara koşmuş biri olarak sıra dışı bir kadın. Bazen çöllerde gezen, bazen adalarda dinlenen ama her daim 'aşk imiş her ne var bu âlemde' mısrasına göre Hak için halka adanmış bir hayat.

Kendi hayatındaki anekdotlar dönemin ruhundan, insanların başkalarını da gözetme duygularından izler taşıyor. Fatih Atikali'de doğduğu ev iki caddenin kesiştiği bir yolağzında olduğundan, o zamanlar daha sokak lambaları da bulunmadığından, ev halkı gelen geçen aydınlansın diye pencerenin dışındaki yuvarlak demire fener asarlarmış. Evin önüne yüksekçe mermer bir dinlenme taşı yerleştirmişler ki elinde ve sırtında yük olanlar taşın üzerine oturup dinlenebilsin. Mezarlıklara, evlere kuşlar için suluk yerleştiren, yetim kızları evlendirmek için vakıflar kuran bir medeniyetin tezahürleri.

Adnan Menderes'in 14 Mayıs 1950'de iktidara gelmesinin ardından ilk Ramazan'ın ilk teravihi kılınırken Süleymaniye Camii'nde on sekiz yıl sonra ilk kez ezanın tekrar Arapça okunması sırasında bütün halkın sevinçten gözyaşına boğulması en unutamadığı anılarından Ayşe Hümeyra Hanım'ın. Elektriğin evlere girişine, ilk radyonun sesine, İkinci Dünya Savaşı'nın bize de kıtlık olarak yansımasına, karneyle ve kısıtlı olarak verilen ekmek, gaz ve un kuyruklarına şahit oldu. Genç kızlığı İsmet İnönü'nün baskı döneminde geçmiş, sonra da 1960 İhtilali'ni ve ardından hepimizin bildiği darbeleri yaşadı.

İlkokuldan itibaren daima okul birincisi olarak eğitim hayatını sürdürmüş bir doktor olarak üniversiteyi bitirince başını örtmesi yüzünden çok istemesine rağmen kariyerine üniversitede devam edememiş. Onunla bu söyleşiyi yapan iki üç kuşak sonrasının ilim kadını Nevin Meriç'in de aslında aynı sebeple kesintiye uğratılan akademik kariyeri, bu ayrımcılıkların nesilden nesile sürdürüldüğünü gösteriyor. Meriç de çok önemli bir araştırmacı, İstanbul Müftülüğü'nde fetva uzmanı olarak çalışıyor ve sosyoloji mastırı yapmış, önemli kitaplara imza atmış bir yazar.

Bu ülkede hikâyeler paramparça. Farklı hikâyeler parça parça anlatılıyor. Ayrıntıları atlamayan kadınların anlatıları bu yüzden çok önemli. Gündüz Vassaf'ın Annem Belkıs kitabı, Mübeccel Kıray'ın Hayatımda Hiç Arkaya Bakmadım söyleşisi, Melek Taylan ile Oya Baydar'ın birlikte hazırladığı Bir Dönem İki Kadın çalışması ayrı ayrı ele alınmayı hak ediyor.

Ayşe Hümeyra Ökten'in dinin aşağılandığı, her türlü tezahürünün toplumsal hayattan silinmeye çalışıldığı bir dönemde titizlikle korumaya çalıştığı derin ve asude dindar hayat, bu toplumun on beş yılda sil baştan kurulduğuna inandırılmış kandırılmış insanlar için giriş mahiyetinde.

(Dindar Bir Doktor Hanım, Nevin Meriç, Timaş Yay., 2011)

Zaman
 

Toplum Haberleri