Risale Haber-Haber Merkezi
İslamcılık tartışmalarında sinirler gerildi. Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, isim vermeden Zaman yazarı Mümtazer Türköne'yi sert bir şekilde eleştirdi. Son yazılarında Seyyid Kutup ile Bediüzzaman'ı karşılaştıran Türköne'yi Lekesiz, "İslam alim ve aktivistlerini dövüştürmeye kalkışmakla" suçladı.
"Nurculuk İhvan'ı döver mi?" başlığını kullanan Lekesiz'in yazısı şöyle:
Kardeşliğin önemine, bilginin kıymetine, vefanın değerine inanan hiçbir mümin İslam alim ve aktivistlerini birbirleriyle yarıştırmaz.
Ancak bunlara inanmayanlar, kendilerine özgü gizli gündemlerini karanlık kimliklerinin bir gereği olarak emanet ortamlarda hakim kılmaya çalışanlar, İslam alim ve aktivistlerini dövüştürmeye kalkışırlar. Çünü onlar için peygamber devesini dövüştürmekle, onları dövüştürmek arasında bir fark olmadığı gibi, bugün birine karşı diğerini galip, yarın da galip ilan ettiğini bir başkası nezdinde mağlup ilan etme ahlakı bunların cibilliyetlerine, meşkuk niyetlerine ters düşmez.
İmdi, seksen kuşağı dünyaya gözünü Said Nursi ile açtı. İçinde yaşadığı hayatı şehid Hasan el-Benna ile şehid Seyyid Kutub'un müsmir fenerleri sayesinde aydınlattı. Romantik devrimciliği şehid Ali Şeriati'den tattı. İmam Gazali'yi, İbn Arabi'yi, İmam Rabbani'yi okumakta geç kalmış olsa da Necip Fazıl'ın, Nurettin Topçu'nun, Sezai Karakoç'un, Hayrettin Karaman'ın okuma ve anlama adabından nasiplenerek geç kalmışlığını zor da olsa telafi edebildi.
Bugün sözlü ve yazılı kültürün içinde yer alan İslam alim ve aktivistleriyle ilgili hakim olan anlayış, onların herbirinin İslami düşünce ve hareketin rengarenk yapbozunda vazgeçilemez birer parça olduklarıdır. Ki zaten Tevhid ehli olan onları ayrıştırmaz buluşturur, karıştırmaz bir'leştirir.
Bu manada (takvadaki üstünlük saklı olmak üzere) İmam Gazali'nin, İbn Teymiyye'ye, İbn Arabi'nin İmam Rabbani'ye, Said Nursi'nin şehid Seyyid Kutub'a, şehid Ali Şeriati'nin Aliya İzzetbegoviç'e bir üstünlüğü yoktur. Onlar artık İslami bilgi ve siyasi tecrübe havuzunun içindedirler; yeni zamanın düşünenleri, fiili sorumluluk yüklenenleri (yani İslamcı olanları) ise ellerinde sahih ilim ve eylem arzusunu temsil eden maşrapalarıyla o havuzun kenarlarında otururlar.
Dolayısıyla İhvan-ı Müslimin, Cemaat-i İslami, tarikatlar, (sahih çizgideki) Nurculuklar da başarıları ve zaaflarıyla bugünün müminleri için birer laboratuvar hükmündedir.
Ola ki Said Nursi, şu şu problemler konusunda daha uygun, daha pratik çözümler sunmuş olabilir; bu mümkündür ve makbuldür. Öte yandan şehid Seyyid Kutub da başka problemlerin çözümünde onunkine göre daha uygun şeyler söylemiş olabilir ki, bu da makbuldür. Velev ki bir konuda ikisinin görüşleri çatışmıştır; bu mümkündür ve şartlara en uygun görüş hangisine ait ise onun görüşünün benimsenmesi de makuldür ve ya ikisinin çatışan düşüncelerinden yeni bir düşünceye ulaşılması da mümkündür ki, bu daha da makbul olabilir.
Bu anlayış üzere olan müminler İslam alim ve aktivistlerine hata izafe etmezler; 'Şunun o görüşü de doğrudur ancak bunun şu görüşü bizce daha doğrudur' derler. Onları tokuşturmazlar; onları izleyenleri, birbirlerine dövdürmezler, 'Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker'de yarışmayı seçerler, mizaç, istihkak ve idraklerine göre mevcut İslami ekollerle ya işbirliğine girerler ya da münferit hareket ederler.
Bu düşünce ahlakının tevarüs edilme ve uygulanma şartı mümin olmayı ve müminlerin derdiyle hemhal olmayı zorunlu kılar. Ki, bu ahlak, sadece kitaplardan edinilebilecek bir ahlak da değildir; kendine özgü bir hali tecrübe etmeyi gerektirir ve o hal ile hemhal olmayanlar neyi okumuş olurlarsa olsunlar o ahlak dairesinin içine giremezler. Girseler bile ancak yerli bir oryantalist olarak girebilirler. Bu manada tarikatı değil hakikati önceleyen Nurculuk(lar) bile Risale-i Nur külliyatını okumaktan ibaret değildir; o da aynı zamanda bir hal terbiyesidir.
İşte bu nedenlerle, soyoloji biliminden öğrendikleri cafcaflı kavramlarla müminlerin düşünce dünyasını ve yarınlarını şekillendirmeye yeltenen devşirme aydınlarlar bu ahlakın dışındadır.
Burada hazin olan durumsa, kendileri düşünemedikleri için o devşirme aydınları kılavuz edinen (dolayısıyla dava adamı yetiştirmekle fabrika üretimi arasında fark görmeyecek kadar körleşen) ezberci havarilerin durumlardır.
Yanlış klavuz edinmeye eklenen kendi üstünlüğünü ispat gayretinin onları ulaştıracağı sonuç düne sıkışıp kalmak, ucuz hamaset uğruna edebiyattan rol çalmak olabilir.
Bugün itibariyle doğru, yarın itibariyle isabetli söz söyleme ve eyleme derdinde olan bir mümin için İslam alim ve aktivistlerinin bazılarının karşısında durmak değil, hepsinin arasında durmak İslami vasatın tahakkuku açısından en uygunu olsa gerektir. Grupçuluk ve kemiyet kibriyle gözleri kararmış müminler de potansiyel olarak bu imkana sahiptir.
Devşirme aydınlar ve onları nihai kılavuz edinenlerse, asla! Çünkü onlar bir ya da birkaç alimi, aktivisti içinde cin olan lamba gibi sunmaya çalışıyorlar.
Bu ise bir Şark masalına inanmanın ötesinde tam bir Şark kurnazlığıdır.