Biraz "nefsi" tatile çıkarmak geliyor içimden bugünlerde...
Ruhumu sıkmasın artık diyorum. Kalbime hâkim olmasın...
Beni ruhumla, kalbimle başbaşa bıraksın, az mı peşinden sürükledi bir ömür boyu...
Dediklerini az mı yaptırttı bana? Ne doyma bildi, ne de usandı, ne bıkkınlık gösterdi.
Sürekli, ama sürekli "başına buyruk" yaşadı. Sanki ben dünyaya onun dediklerini yapmak için gönderilmişim.
Herhangi bir sınır ve çizgi tanımadan kendi keyfinde, kendi zevkinde, kendi hazları ve lezzetleri peşinde koştu, durup dinlenmeden...
"Yeter!" diyorum, "Dur biraz!" diye sesleniyorum. "Seni tatile çıkarıyorum." Ben bu üç ay boyunca kalbimle, ruhumla barışık yaşamak istiyorum.
Dün gece Regaib Kandiliydi "zalim nefsi" bir hayli küstürmeye çalıştım, biraz olsun kıstırdım köşeye. Rabbimden devamını istiyorum.
Yusuf Aleyhisselam gibi koca bir peygamberin bile şerrinden Allah'a sığındığı "her türlü kötülüklere" aç ve açık olan nefisten öcümü almaya çalışıyorum.
"Nefsini ıslah edemeyen, başkasını ıslah edemez" demiş Allah dostu ve nefsinden başlamış ıslaha...
Uygulamada da öyle değil mi zaten? İnsanın kendinden başkasına gücü yetmiyor, kendinden başkasına söz geçiremiyor, kendinden başkasına baskı yapamıyor.
***
Günahlar her tarafımızı kuşatmış, şeytan her köşeye tuzağını kurmuş, sinsice, çaktırmadan, fark ettirmeden avlıyor insanı...
Yaratıcı bir "sınav/sınama" sırrıyla oltanın ucundaki "yem" misali her günahın içine "bir parmak bal" koymuş.
Anlık lezzete gözünü diken nefis, kendini balık yerine koyuyor, oltanın ucundaki kocaman çengeli/kancayı görmüyor, şeytanın "fakına" basıveriyor.
Günlerce ıstırap duyuyor, inliyor, sızlıyor, kıvranıyor, pişman oluyor, ama bir kere alışmış ya, yine aynı tehlikeli gezintiden uzak duramıyor.
***
Günahlar kalbi yaralıyor, ruhu bunaltıyor, maneviyatı yıpratıyor, ahlakı dejenere ediyor, imanı sise boğuyor, dini hayatı darmadağın ediyor...
Üstüne üstlük bir de ibadetten, namazdan, secdeden, zikirden, duadan ve şükürden nefret ettiriyor.
Öyle ki, Üç aylar giriyor, Receb-ı Şerif geliyor, Şaban-ı Muazzam yaklaşıyor, Ramazan-ı Mübarek ufukta görünüyor; Regaib'i, Mirac'ı, Berat'ı Kadr'i bütün nurlu geceler sıraya giriyor, ama nefis hiç oralı olmuyor.
Neredeyse "Haşir ezanı"ndan, İsrafil'in "Kıyamet sûru"nden başka bir başka ezana, bir başka nidaya bir başka mesaja açık değil gibi...
***
Bunun adına gaflet mi diyelim, ne dersek diyelim, değişen bir şey olmuyor.
Benim âlemimde bu mevsim, Receb'i, Şaban'ı ve Ramazan'ıyla bir ekim ve dikim mevsimi olmalı, âhiret pazarı da bir hâsılat ve harman mevsimi olmalı...
Yoksa ömrüm boşta, boşlukta, farkına varmadan loşlukta geçerse, vay halime!
Öbür tarafta uyanmak, uyanmak sayılmıyor. Çünkü orada güneş bir defa doğdu mu, bir daha batmayacak veya bir kere battı mı, bir daha doğmayacak. O hayat ya nimetler içinde geçecek, ya da kayıplar yaşanacak...
Üç aylar bütün günleriyle, geceleriyle hakkımızda hayırlara, huzura, barışa ve sonsuz sevgiye vesile olsun...
Bugün