Yıl 1915: Pasinler cephesindeyiz... Karşımızda, Moskof sürüleriyle birlikte saldıran Ermeni Taşnak çeteleri. O şimdi gönüllü talebeleriyle kurduğu milis alayının (keçekülâhlıların) başıında genç bir milis albayı.
Sübhandağı Sübhanallah derken, Bediüzzaman, derin, şuurlu bir vatan sevgisiyle ölüme atlıyor: Korkmayın diyor, Ölüm birdir, değişmez!
Ve 1919 Şubatı... Kahramanımız yaralı olarak Ruslara esir.
Günlerden bir gün, Rus Çarının dayısı, Rus Orduları Başkomutanı Nikola Nikolaviç kampa gelip esir subaylar koğuşuna giriyor...
Herkes çakı gibi ayakta...
Bir o umursamaz bir tavırda oturuyor. İstifini hiç bozmuyor. Komutanın girdiğini sanki fark etmemiş. Sanki başka dünyalarda...
Bu ne cüret! Başkomutan burnundan soluyor. Kendisini fark ettirmek için, birkaç kere Bediüzzamanın önünden geçiyor. Ama o aldırışsız tavrında ısrarlı. Bu umursamazlığı içine sindiremeyen Başkomutan Nikola Nikolaviç öfkeyle tercümanına dönüyor:
Beni herhalde tanımadılar?
Tanıyorum diyor Bediüzzaman, Başkumandan Nikola Nikolaviçsiniz.
Şu halde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus Çarına hakaret ediyorlar.
Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman din âlimiyim... Sana kıyam etmem. (Ayağa kalkmam)
Başkomutan mosmor bir öfke bulutu. Bas bas bağırıyor: Bu esiri asınız!
Bediüzzaman ise hâlâ pervasız ve minnetsiz:
Tamam diyor, Yalnız müsaade edin dini vecibelerimi yerine getireyim.
Sehpanın gölgesinde namaza duruyor. Başkomutan kim bilir hangi düşüncenin, yahut hesabın etkisiyle yeniden bir durum değerlenmesi yapma gereği duyuyor. Subaylarına danışıyor. Nihayet o davranışının hakaret kastı taşımayan inanç kaynaklı bir davranış olduğuna inandığını söyleyerek idam hükmünü kaldırıyor.
Sonrası kaçış ve İstanbula dönüş. Sürgün, zindan; kendi ülkesinde idam talebiyle yargılanmalar...
Nihayet ölümsüzlük: Yüreklerde açan güller ölümsüzdür!
¥¥¥
Bediüzzaman hem fikir adamıdır, hem bilim adamı, hem de aksiyon adamı: Ve tabii ki derin bir mütefekkirdir...
İdeolojik dogmaların ya da tarihsel kinlerin penceresinden hayata bakıp nefret saçanlara, daha huzurlu bir dünyanın yolunu göstermiş, ancak iman eksenli paylaşımcı bir anlayış içinde barışa, huzura ve saadete ulaşılabileceğini söylemiştir.
Bunun için de, öncelikle Batı felsefesinin ayrıştırdığı ilimle dini yeniden uzlaştırmaya ihtiyaç vardı. Çünkü din ilimleri aklın nuru, fen ilimleri kalbin ışığıydı, bunların bütünleşmesinden hakikat ortaya çıkacaktı.
Özetle, Bediüzzaman, tüm insanlığa sevginin, barışın, dostluğun ve karşılıklı hoşgörü ile çerçevelenmiş bir diyalog atmosferinde olgunlaşacak zihinlerle hayatı paylaşmanın tadını sunuyor.
Vatan-millet sevdalısı olduğu ve bölücülüğün hiç bir türüne asla müsamaha göstermediği, asla cevaz vermediği halde, zaman zaman vatan-millet düşmanı bir bölücü muamelesi gördü. Kitapları yıllar boyu yasaklandı. Buna rağmen devletine küsmedi, kendisine en ağır zulümleri reva gören resmî görevlilere bile hakkını helâl ettiğini söyledi.
Eserlerinde bugün için dahi çok taze, bâkir ve son derece ufuklu tespitler var. Bu tespitleri kamuoyumuza ulaştırmanın bir aydın mükellefiyeti olduğuna inanıyorum.
Akademisyenlerimize, yazarlarımıza, düşünce adamlarımıza, haremlik-selamlık ya da laiklik-şeriat takıntısını aşmış dürüst medyamıza önemli görevler düşüyor.
Artık geçmişi kurcalamanın, geçmişe saplanıp kalmanın da bir anlamı yok. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz sosyal, siyasal ekonomik ve etik problemler hepimizi rahatsız ediyor. Terör ve vurgun zirvelere çıkarken, uyuşturucu ortaokul sıralarına indi...
Bunlarla mücadele edebilmek için yeni donanımlara muhtacız: Risale-i Nur Külliyatı yeni bir donanımdır.
Müellifini, ölüm yıldönümünde tekrar tekrar rahmet ve minnetle anıyoruz.
Vakit