Üç hasletin tutsaklığından kurtulmak

Hüseyin KARA

Önce içimizdeki, yani içsel birliği sağlamalıyız. İçimizle barışık olma deyimini çok severim ben. İçindeki binlerce, daha doğrusu sayısız duyguların birbiriyle olan kavgasını durdurup bir barış ortamına çıkmayan insan, işsel birlikten söz etmesi beklenemez. Bütün duyguların aynı amaca kilitlenmesi, birinin ak dediğine diğerinin kara dememesi, her şeye rağmen doğrularda hiçbir yanın itiraz etmemesi, aleyhte de olsa anlık olayların karşısında asla savunmaya geçilmemesi!

Ne demek bu? Bu soruyu gerçekten bilerek, yani şaşkınlık eseri olarak sorduğumuzda, dış dünyanın bir benzeri olan iç dünyamızın birbiriyle kimi zaman kıyasıya savaşan ve kimi zaman da barış halinde olan duygularımızı es geçmiş oluruz. Bu, içimize yoğunlaşmadığımızın, sürekli kabukla ilgilendiğimizin, afakta boğulduğumuzun bir sonucudur. İç birliği sağlamayan vücut rahat değildir. Kısır bir döngüde her an gelgitler içindedir. Psikolojik olarak da fizyolojik olarak da hastadır. Bunalımlar yakasını bırakmaz böylesi vücudun.

Peki nasıl sağlanır bu birlik? Kendi benlik ve vücudun kaynağını araştırarak elbette… Biz dünya hayatına gelişigüzel gelmiş değiliz. Hayatımızın hiçbir kesitine sahip de... Bir saniye sonrasını bilmediğimiz gibi ağzımızdan giren lokmanın aşamalarından da haberimiz yok. İç huzuru, dolayısıyla iç birliği sağlamak kişinin kendi elindedir, yani kendi bakış açısındadır.  Bizim birlik köşe taşımız Yaratıcımızı tanımakla oluşmaya başlar. “Bir”e teslim olan sayısız birlerin baskısından kurtulur. Bu varsa, kuracağımız binanın ve birliğin sağlamlığından söz edebiliriz.

Çevremizle uyum, yani dış dünyayla kurulacak birlik bu içimizdeki birlikten sonra gelir. İç birliği kuramayan, birliği doğuracak bir bakış açısı sağlamayan insan, dış âlemdeki birlikleri göremez; mehtaplı gecelerde gökyüzünün o muhteşem birliği, bahardaki o canlı ahengi, bir ormanın ya da bir bahçenin en küçük varlığa kadar sinen uyumu göremez.

İç ve dış dünyanın birliğini özümsemek yaratılışımızın da amacıdır aslında. Bu amaç “insan-ı kamil” dediğimiz olgun insan yolunu açar bize. Birey olarak erişeceğimiz bu düzeyde, kavga yok, ayrılık yok, vahşet yok, kıskanmak yok, düşmanlık yok, birine köstek olmak yok, davamızın yolunu tıkamak yok, kolları ve kökleri kesme cinayetleri yok, evet ne kadar “yok”lar varsa bu açılan huzur yolunda yok. Buna karşılık bu yolda bir insanın yaratılışında olması gereken her şey var; önce huzur var, aksiyon var, muhabbet var, uhuvvet var, barış var, engelleri gideren temizlik var, açılım var, ufuk ötesi gayeler var.

“Bunu kim istemez?” diyeceksiniz. İşte düğüm noktası burada… Tevhide inanan herkes ister elbette ve istemeli. Zaten “Tevhit”in anlamı bu değil mi?  “Tevhit”ten duyguların birliğini, inananların, çevremizdekilerin ve bütün kâinatın birliğini anlamak zor değil. Birliğe zıt olan yegâne şeyin kavganın olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?

Ama çevremizde bunu göremiyorsak, nedenini nerde aramalıyız? Cevabı basit ve kesin: İçimizde. Evet, iç sorgulamamızı çok az yapıyoruz. Siz isterseniz buna nefis muhasebesi deyin. İçimize hiç yoğunlaşmıyoruz. Hep dış dünyaya gözlerimizi diktik; oradan geleceklere, gelecek buyruklara, işaretlere… Hep tepkiye alıştık; yani dıştan kurtulmaya, itiraza, savunmaya… Dış dünyadan bir soyutlansak, üzerinde oturduğumuz hazineden habersiz tamtakır bir yoksula dönüşeceğiz. Dışa bağımlı yaşamak, kendi gündemimizi oluşturmadan yaşamak, bir büyük iflasın ayak sesidir. Kurt içimizi tutsak almış, haberimiz yok.

“Ayrılık ve düşmanlıklara sebep olan üç haslet var” der asrımızın mütefekkiri Bediüzzaman: Taraf tutmak, inat ve kıskançlık. Hepimizde var olan bu üç eğilim bir eğitimden geçirilmezse, başımıza çok büyük felaketler getirir. Birliği alıp götüren ve ufuk bakışımızı körelten bu özellikler, bizi birbirimize de kırdırır ve bunca birlikler karşısında maskara eder.

Taraf tutmak; hangi amaçla yapılırsa yapılsın doğrunun yanında olmamaktır. Birinden yana olmak, bir tarafı desteklemek olan taraf tutmak, hakem pozisyonunda olanların haksızlık yapmaları ya da haksız tarafı tutmaları anlamında kullanılır. Tarafgirlik, bir tarafı kayırma, bir tarafı tutma, tarafsız davranmama olan bu haslet iyi bir davranış biçimi değildir. Taraf tutmada en azından bir çıkar var. İnat; doğru varken yanlışta direnip durmaktır, yani doğrunun etkisini kırmaktır. Kıskançlık ise, bir başkası üstünlük gösterdiğinde ya da sevilen birisinin başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum. Bu da diğerleri gibi doğruları, doğru adımları, üstünlükleri kendi çıkarları uğruna hiçe saymaktır, üstelik birilerinde var ve kendisinde yok diye acı çekmektir; bütünüyle enerji kaybıdır.

Bu üç hasletin ortak noktası doğruluktur. Doğruya saygının olmadığı yerde asla birlik olamaz. Olsa olsa düşmanlık, kin ve kavga olur. Oysa yalnız hakikat konuşmalı, ruhlarda hakikat hâkim olmalı.

Bu üç hasletin tutsaklığından, boyunduruğundan kurtulmak, önce bunların farkında olmaktan geçer. Bu üç haslet, yani taraf tutmamak, inat etmemek ve kıskanmamak, birliğin üç ölçüsüdür, mihenk taşıdır. Ne olursa olsun, bir olayın karşısında bu üç özellikle kendimize çekidüzen vermezsek, yapılacak fazla bir şey yok. Hataya, hatta cinayetlere devam edeceğiz demektir. Yani “benim yolum doğrudur, başka bir alternatifim yoktur” demek de doğrulara, gelişimlere ve açılımlara peşin peşin kapalı olmak demektir. Burada, “yalnız benim doğrum var” anlayışında en iyimser bir şekliyle dış dünyanın güzelliklerine göz kapama var. Yine ayrılık işareti, yine kavga ve niza demek!

Yalnız kendi bildiği yoldan giden, kendini cesur sanır; aslında doğruyu göremediğinin yanılgısına düşer. Yalnız kendi doğrusuna inanan, kendini ilkeli sanır; aslında ilkesine değil inadının tuzağına düşer. Doğrunun hep kendisinde olmasını isteyen aslında kıskançlığının ateşinde yanar.

Bu üç haslet doğrultusunda yapılacak bir iç sorgulamasından sonradır bizim birliğimiz. Bu üç hasletin tutsağı ne kadar oluyoruz? Muhataplarımızda da buna benzer bir direniş varsa, arzulanan birlik nasıl kurulabilir? Birileri davasını sınır ötesine taşırken, biz henüz içimizin engellerine takılıp kalırsak, bu iş nereye kadar varır? O zaman hayatımızın her karesine sinmeyen “Tevhit” sözden ibaret kalmaz mı? Bu güvensizlik ne kadar devam edecek? 

Aslında bu sorular içimizin engellerini çözmek içindir; bizim dışımızda birilerini sorgulamak için değil. Bunlar bizi tutsak alan bağlardır. Bizim özgürlüğümüzü alıp götürüyorlar. Farkında olursak güzel, bu takdirde onlardan kurtulmak kolaydır. Yok değilsek, işte o zaman midye kabuğuna çekilir, birlikten söz etmek, tevhidi anlayıştan dem vurmak fuzuli olur.             

huseyinkara@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.