Hizmet-i Nuriye’de bulunan her Nur talebesi, hizmetteki ihlâs, sadakat, ciddiyet ve sebatı nisbetinde, istihdama dair ve çeşitli inayetlerin tecellisine ait çok hadiselere şahit olmuş ve olmaktadırlar.
Hizmet-i Kur’an’iyenin hakkaniyetine ve doğruluğuna dair bu gibi gaybi lütuf ve keremler, Risale-i Nur’un silsilevarı kerametidir. Risale-i Nur’da Kur’an’a ait olduğundan, Kur’an’ın da hakkaniyetine ve i’cazına bir hüccettir.
İnayetler, ikramlar, i’caz-ı Kuran’a ait olduğundan izharı bir şükrü manevidir. Tahdis-i nimet kabilinden izhar etmek lazımdır. Zira o haller bize ait değildir, bizim eseri sanatımız da değildir.
İşte, bu hafta, hizmet imaniyede bulunurken gördüğümüz İnayet-i İlahiyenin bir iki numunesini sizlerle de paylaşmak istiyorum şöyle ki;
Yağmurlu bir Perşembe sabahı Nurlupınar adlı dershanedeyim. Bir kardeş telefon etti dedi “Cezmi abi, bir adak gönderesem, dershanenin bahçesinde kesip etini öğrencilere yedirir misiniz?”
Düşündüm, ben dershanede yalnızım. Koca hayvanı nasıl asıp yüzeceğim, üstelik hava da yağmurlu ve kesim yeri de pek uygun değil, ayrıca kasaplığımda iyi sayılmaz o nedenle önce doğrusu “gönderme” demeyi istedim. Ama bir de şöyle düşündüm, talebelerin ihtiyacı var. Hem fakir bir mahalledeyiz. “Tevekkel-tü Alellah gönder” Dedim…
Biraz sonra adak geldi hayli iri ve şişman bir koyundu. Bahçede, saçak altında, yağmur düşmeyen bir metrelik bölümde, duasını okuyup, “Bismillah, Allah’u Ekber” diyerek adağın ruhunu berzaha yolladık.
Fakat ihtiyarlığımızla ve antremansızlıktan hâsıl olan güçsüzlük nedeniyle hayvanı değil asmak yerinden bile oynatmakta zorlanıyordum. Zaten biraz çalıştıktan sonra kan ter içinde kalmıştım, çaresiz halde işin içinden çıkamaz hale gelmiştim.
Daha hayvan yüzülecek, parçalanıp etler kemiklerden ayrılacak ve kiloluk poşetler halinde buzdolabına konulacak yani anlayacağınız iş çok, talebeler de okula gitmişler, yardım edecek kimse de yok.
Sıkıntılı ve çaresiz iken, birden dedim “Ya Rabbi bu yağmur altında bu sıkıntılı halimde bana yardım edecek bir kulunu gönder.” Bilemiyorum ardan on dakika geçti mi? geçmedi mi? Vücudunun yarısı sakat ve iş bulursa amelelik yapan çoğu defa iş bulamayan ve geçim sıkıntısı çeken 40-45 yaşlarında Abdullah adında bir kardeş çıka geldi.
Gündüzleri pek dershaneye gelme âdeti olmadığı halde nedense o gün gelmişti. Bazen akşamları derse gelen biridir Abdullah... Haftada ancak bir defa gelebilirken bugün adet dışı tam ihtiyaç zamanında gelmişti. Demek ki, Cenab-ı Allah onu ihtiyaç olduğu bir zamanda buraya yönlendirmişti…
“Ey Allah’ın kulu” (adı da zaten Abdullah) “gel bana yardım et.” Dedim. Paltosunu çıkardı, geldi, birlikte yüzdük, parçaladık poşetleyip buzdolabına güzelce yerleştirdik.
Dedim, “Abdullah et bayağı yağlı çıktı. Bu yağlı kısmı talebeler değerlendiremezler siz bunu evde değerlendirebilir misiniz?”
“Cezmi abi” dedi “bu karın yağlarıyla bizimkiler bulgur pilavı yapar ve ben de bu yemeğe bayılırım.” “İyi o halde alabilirsin” dedim. (4-5 kilo vardı) “iki-üç ay pilavlarınızda size yeter.” Dedim “sadece yağ olmaz birazda kırmızı et al” dedim. Bir parçada et verdim.
Sonra baktım kelle ve ayakları ve karnı ve bağırsakları da var. Onları da “biz dershanede değerlendiremeyiz.” Dedim “Abdullah, senin hanım bunları da değerlendirebilir mi?” “Tabi” dedi “abi ne demek, “kelle-paçanın” şahını yapar bizim hanım. Hem uzun zamandır et evimize girmedi.”
“Al o zaman hepsini eve götür, ama hanıma yüzme ve temizlemede yardım et kazaklık istemiyorum.” Dedim. Böylece hayvanın o kısımlarını da ne yapacağım derdinden kurtulmuştum.
Abdullah’ın sevincini görmeliydiniz. Aldı –kısmetini- heyecanla ve hızla evine gitti.
Dedim “Ya Rabbi ben senden iş yapacak bir kulunu istemiştim, Sen, hem muhtaç, hem fakir hem de adı ABDULLAH olan halis ve garip bir kulunu tam duamın akabinde bana gönderdin. Sen ne kadar büyüksün.”
En küçük, en gizli arzumuzu dahi işitip, halis bir kulunu münasip ve uygun ve de tam vaktinde gönderen Rabbi Rahimime hadsiz şükürler olsun.
Böylece her an O’nun huzurunda, Basarında, İlminde olduğumuzu müşahede ederek böyle bir Rabbi Rahimimizin terbiye ve nezaretinde olduğumuza imanım bir kat daha arttı.
O olayın üzerinden tam on gün geçti, dikkat ettim gündüz o saatte Abdullah’ın bir daha dershaneye geldiğini görmedim.
Her neyse… Gene aynı gün ikindiye doğru işimiz bitmiş vaziyette ve etleri dondurucuya yerleştirdikten sonra, dedim “hazır kemikli et varken şu Üniversite talebelerine güzel bir kuru fasulye pişireyim hem karınları doysun hem de sahibine dua etsinler. Ayrıca, nöbetçi öğrenci de ne yemek yapacağım derdinden kurtulur.”
Akşam oldu, yemek hazır. Üniversiteye hazırlanan ve üniversiteli talebeler geldiler, hemen sofraya oturdular, afiyetle yediler. İçlerinden birinin itirafı bu olayda bir duanın daha kabul edildiğini gösteriyordu. Dedi “abi ben gelirken yolda dedim “Allah’ım ne olur birisi yemek yapıp hazır etse de dershaneye gittiğimizde hemen yemeğe otursak, nöbetçinin bir saat yemek yapmasını beklemesek, öyle acıktım ki,” geldiğimde yemeği hazır görünce çok sevindim. Allah duamı kabul etti… dedim” dedi.
Dershaneye geldiklerinde sofrayı yerde hazır ve etli kuru fasulyeyi de tabaklarda görünce, hayli şaşırmışlardı, dediler “abi bu senin kerametindir.” Bende latife ile karşılık verdim “hayır bu sizin midenizin kerametidir,” dedim. Gülüştük sonra dedim.
“Bu ne benim kerametimdir, nede sizin midenizin açlık niyazının kerametidir. Bu olsa olsa Hizmet-i Nuriyenin bir kerametidir ki beni ve sizi istihdam ediyor.”
"Bu fitne-i ahir zamanda savletli bid’alar içerisinde, dershanede kalıp, Kur’an dairesinde kendinizi muhafaza etmek ve Kur’ân’a hizmet etmek ali cenabane ve kahramanane bir halettir. Bu fedakar ve ferağatınıza Rabbi Rahimimizin bir ikramıdır. Minnetimizi O’na yöneltelim.”
O gün soframızın müşterisi de hayli bereketli idi. On beş kişi idik… BİSMİLLAH diyerek öyle bir dalış yaptık ki, çatal-kaşık sesinden başka hiçbir ses çıkmıyordu artık…