Ufki daireler

İbrahim KAYGUSUZ

Muhakemat’ta “mazinin başkalara, istikbalin İslam”a ait olduğu müjdesi verilir.
Bu müjdenin vukuu, sebepler tahtında bazı hizmetlerin yapılması ile doğru orantılıdır.

Nur talebeleri parlak hizmetleriyle bu “müstakbel zafer”in öncüleri olmalıdırlar.
Bu zaferin tahakkuku için “zihin tarihimiz” ve “pratik tecrübemiz” yeryüzünü bir mektep ve medreseye çevirmeye yetmektedir.
Mardin sempozyumu bunun küçük bir numunesidir.

Hizmetlerimiz pergelin sabit ve hareketli kanatları gibi iki yönlü olmalı, dâhil ve hariç faaliyetlerimiz eş anlı süreçlerle istikbalin merdivenlerine tırmanmalıdır.
Mazinin safi ahlakı, halis hissiyatı ve amatör ruhu, istikbalimizin münevver efkârına ve organize ruhuna kuvvet-üz-zahr olmalıdır.

Türkiye’nin dört bir yanını yani vatan sathını bir mektep yapmak için kanatlanan heyecanlarımız, eş zamanlı olarak şehr-i vahid hükmüne geçen âlemin kıta’alarını ve bir meclisin ehli hükmüne geçen dünyanın efkârını münevver kılmaya dönük ufki daireler çizmelidir.
Bunun için behemehâl harekete geçilmelidir.

Bu hareket faaliyeti sonucu Risale-i Nur iki tür dönüştürmenin temel dinamosu olacaktır:
1-İçinde yaşadığımız ve büyük yıkılışların/dirilişlerin yaşandığı Anadolu coğrafyasındaki büyük dönüşüm.
2- Bu merkez coğrafyadaki dönüşüm modelinden hareketle dünyada yaşanacak büyük değişim ve dönüşüm.

Anadolu’daki her hizmet faaliyeti dünyadaki büyük dönüşümlere tetikleyici bir etki bırakmalıdır.

Örneğin siyaset efkârı, Risale-i Nur’un nebevi istikamet çizgisini zorlu ve uzun bir süreçten sonra fark etti. Din adına siyaset yapılamayacağı gerçeği nur talebeleri açısından yıpratıcı bir süreç oldu. Lakin bugün eksiklikleri ile beraber genel bir kabule mazhar olmuştur.
Türkiye’nin bu durumu bütün Müslüman ülkeler için rol modeldir. Bu modelin mimarı Bediüzzaman’dır.

Türkiye’nin şu an için can yakıcı problemi olan ırkçılık konusunun da panzehiri Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur’un ilgili konuları mercek altına alınarak, lokalize edilerek ve indirgenerek Türkiye’nin efkârına deklare edilmelidir.

Münazarat sempozyumu bu anlamda önemli bir başlangıç olmuştur.
Yalnız, sayın rektörün dile getirdiği bir “özeleştiriyi” çok önemsiyorum.
Bizler içe dönük olma alışkanlığımızın sınırını iyi tayin etmeliyiz.
Hususi ortamların makamı ile umuma açık halkaların makamı bir değildir. Hammaddeyi ilaca çevirirken eleklerin boylarını dengede tutmalı, makamları karıştırmamalıyız.

Risale-i Nur sempozyumları tampon bölge rolünü oynamalıdır. Risale-i Nur’a yabancı akademisyen, gazeteci, aydın ve siyasetçilerin zihinleri bu ara bölgelerde Risale-i Nur’un anlam dünyasına çekilebilmelidir.

Değilse yabancı bir zihin iyi niyetinden ötürü Risale-i Nur’u kendi zihin ve anlam kodları ile işlemeye çalışabilir ve ona kendi rengini verebilir. Bu durum, “okuyan ve dinleyen meraklı nesillere” ve Risale-i Nur’un “doğru manasına” haksızlık olabilir.

Bunun için Risale-i Nur’u iyi bilen akademisyenlere çok önemli vazifeler düşmektedir. Ev ödevlerini iyi çalışmalıdırlar. Derin bir Risale-i Nur bilgisi, geniş bilimsel formasyonla donanırsa ve analizci, sentezci ve yenilikçi bir dil ile donanırsa Risale-i Nur’u bilen akademisyen ağı giderek genişler.

Sempozyumlar hem yurt içinde hem de yurt dışında peryodik aralıklarla yapılmalıdır.
Bu sempozyumlar Abant Platformu formatında olmalı, fakat onun ne alternatifi ne de müteradifi olmamalıdır.

Konu güncel, çözüm ve kaynak ise sadece “risale metinleri” olmalı, diğer bütün bilimsel kaynaklar tali pozisyonda olmalıdır.
Yurt dışındaki sempozyumlar da aynı formatta olmalıdır.

Çünkü kendi coğrafyayı anlamak zorunda olduğumuz kadar modern dünyanın dinamiklerini yani maddi ve manevi coğrafyalarını da anlamak zorundayız.

Çağdaş dünyanın tasavvurlarını solumalı ve ona matuf Kur’ani reçetemizi bir şekilde nazarlara sunmalıyız.

Yaptıklarının bedelini ağır bir şekilde ödeyen mimsiz medeniyetin kurbanlarına yani Batı mağdurlarına Risale-i Nur’un engin şefkat ve merhamet eli uzatılmalıdır.
Değilse mes’ul oluruz.

Karşımızda medeniyetini harabeler üzerine kuran, yani kan ve kin üzerine kendilerini inşa eden bir Batı var. İşin acı tarafı bu Batı, bir zamanlar pençelerine ipek eldivenler takmış ve faturayı bugünkü nesillere kesmiştir.

Fena ve fani bir adam “Batı, bu uygarlığın karşılığını nevrozla ödeyecektir” demişti.
Nur talebeleri Batı’ya Nur’un şefkat elini uzatmalıdır.
Sadece Batı mı?
Hayır!

Münafıkların pençesinde ezilen Asya, diktatörlerin pençesinde kıvrılan Ortadoğu, ırkçıların muharebe meydanı olan Afrika ve zulmettikleri mazlumların “ahı” ile kıvrılan Amerika!

Hepsi Risale-i Nur’un Kur’ani reçetelerine muhtaçtır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.