Bir önceki sempozyuma katıldıktan birkaç gün sonra şöyle bir yazı yazmıştım. Yazıya hiç dokunmadım. Şayet yine resmi zevat konuşma yapacaksa bu yazı Sempozyumu düzenleyenlerin dikkatine arz olunur.
Sempozyumda CHP neden yoktu? (05.10.2010)
Türkiye birçok konuda hayli mesafe aldı… Bu bir gerçek, ama anlaşılıyor ki, alacağı daha çok mesafe var.
Uluslar arası Bediüzzaman Sempozyumu her zamanki gibi yüksek katılımlı ve coşkulu geçti. Kırk ülkeden bilim ve ilim adamları tebliğler sundu. Türkiye’nin en büyük kapalı spor salonu (20 bin kişilik) neredeyse dolup taştı. Nur talebelerinin önde gelenleri eksiksiz denecek seviyede orada hazır bulundu. Fevkalade güzel bir manzaraydı bu…
Ama bir eksiklik vardı. İnsanın içini burkan bir eksiklik… Protokol konuşmaları yapıldıktan sonra bu eksiklik bariz bir biçimde hissedildi, en azından ben hissettim.
Neden AK Parti tüm kurmayları ile bu ihtişama katılıp destek sağlamıştı da, sağdan sola diğer partilerin hiçbiri katılmamıştı? Protokol konuşmacıları arasında onlar neden yoktu?
Bu sorunun cevabını sempozyum yöneticileri mutlaka aramalı bulmalı ve bir dahaki sempozyuma onların da katılımını sağlamalıdır diye düşünüyorum.
Sorduğunuzda belki size “biz onları da davet etmiştik ama gelmediler” diye mazeret bildireceklerdir. Ama bu mazeret meseleyi çözmez.
Risale-i Nur’lar umumun malı mıdır? Herkes, her kesim, en uç sağdan en uç sola herkes istifade etmeli midir?
Cevap “evet” ise o halde neden yoklar?
Mesela MHP içinde veya Saadet Partisi içinde veyahut BDP içinde en nihayet CHP içinde Said Nursiyi anlayacak hakiki anlamda anlatacak ve onun değerini bilecek ve bunu konuşmalarına yansıtacak kimseler yok mudur?
Bana göre en az AK Partideki kadar belki onlardan daha iyi bir üslupta anlatacak ve ifade edecek insanlar vardır.
Protokolün tamamen iktidar temsilcilerine ayrılması bana göre büyük bir handikap idi. Bu durum Sempozyumu düzenleyenler için geçerli olduğu kadar Nur Talebeleri içinde bir handikaptır.
Bu demektir ki, Nur Talebeleri siyasi düşüncelerini deklere ederken bazı hususlara dikkat etmiyorlar. Veya kendilerini ifade etme konusunda yeterli ve sağlıklı bir duruş sergileyemiyorlar.
Bütün suç Nur Talebelerinde midir? Elbette hayır…
Ama Nur Talebeleri bu konuda kendilerine düşeni yerine getiriyorlar mı? Önemli olan bu sorunun cevabını “evet getiriyorlar” diye verebilmektir.
Benim Nur Talebelerinin bu manada görevlerini yerine getirdiklerine dair kuşkularım var. En azından bu sempozyum için kuşku duyuyorum… Öyle olmasaydı bugün bu manzara ortaya çıkmazdı diye düşünüyorum.
Ben bu manzaradan şunu anlıyorum. Demek ki, diyorum. Nur Talebeleri öyle katı bir intiba bırakmışlar ki, AK Parti dışındaki partiler “bunlardan bize hayır yok” zehabına kapılmışlar.
Hiçbir parti temsilcisi katılmamış olsaydı böyle bir düşünceye sahip olmaz, programcıların da mazeretlerini anlardım. Ama durum öyle değil neredeyse bir parti her şeyiyle orada bulunuyor, ama diğerlerinden eser yok…
Osya Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin mektuplarına baktığımızda görüyoruz ki, desteklediği iktidar partisine ne kadar mektup yazmışsa daha önce desteklemediği ve tasvip etmediği CHP iktidarına da aynı seviyede mektuplar yazmış ve onların da dine sahip çıkmaları için tavsiyelerde bulunmuştur.
Ayasofya’yı hizmete açmaları halinde büyük kuvvet elde edeceklerini Demokratlara tavsiye ettiği gibi, CHP’nin kurmaylarına da samimi ifadelerle mektuplar yazmış ve onların başarılı olmaları için ne yapmaları gerektiğini onlara da söylemiştir.
Mesela Hilmi Urana hitaben yazdığı mektubun ilk kısmındaki şu ifadeler:
“Sen, kâtib-i umumî olduğun Halk Fırkasının millet karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da şudur” (Emirdağ L. 1. 164. Mektup) diyerek başlaması samimiyetin ve onları kendinden ayırmamanın güzel bir örneğini teşkil ediyor.
Uzunca bir mektup… Dinsizliğin revaçta olduğu bir dönemde yazılmış. Ve bu dönem CHP’nin iktidar olduğu bir dönem… Hem de Müslüman halka –kendisi dahil- ne denli zulüm yaptığını bilmesine rağmen, bu durumu hiçbir şekilde mesele etmeyerek, söylemesi gerekeni en samimi duygularla söylüyor. Hatta daha da ileri giderek, muhaliflerinin kendilerini nasıl mağlup edeceği konusunda onları uyarıyor.
“size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi” (Emirdağ L. 1. 164. Mektup)diyor.
Sonuçta CHP üstadı dinlemiyor. Ve üstadın bu tavsiyelerine uymadığı içinde öyle bir “reise” mağlup düşüyor. Hatta Menderes de bazı konularda Üstadı dinlemedi ve o da bir yerde mağlup düştü…
Ama sonuç kısmı Üstadın meselesi değil, Üstadı ilgilendiren kendine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirme meselesidir. O vazifesini yapmakla mükellef olduğunu iyi bilmektedir.
O nedenle diyorum ki, biz vazifemizi yapıp onların da bu kabil toplantılara katılımını sağlamamız gerekiyor. Ve bir dahaki toplantıya mutlaka onlardan da temsilcilerin katılımı sağlanmalı, hatta siyasi olmayan kesimlerinde katılımı sağlanmalı ve onların da görüşleri alınmalıdır diye düşünüyorum.