Doç. Dr. Sadık Ünay'ın yazısı / Uluslararası İlişkiler Uzmanı
Modern uluslararası sistem içerisinde ulusal çıkar algılamaları üzerinden politika üreten devlet/hükümet yapıları ile, karmaşık iç dengeler üzerine oturan ve üyeleri arasındaki hassas ilişkileri yansıtan uluslararası kuruluşların davranış kalıpları birbirlerinden farklıdır.
Ulusal karar alıcılar, özellikle siyasi iradenin güçlü olduğu ve karar oluşturma süreçlerinin hızlı çalıştığı rejimlerde uluslararası gelişmelere dinamik tepkiler verebilir; bölgesel ve küresel dengeler ışığında taktik/strateji değişikliklerine gidebilirler. Uluslararası yönetişim mimarisini oluşturan kuruluşlar ise kritik konularda ortak tavır belirlerlerken başat üyelerinin hassasiyetlerini gözetmek ve makul yaklaşımlar oluşturmak durumundadırlar. Ortak tavırlara dayalı uygulama adımları atılırken de, üyelerin ulusal çıkarları arasındaki çatışma ya da ayrışmalardan kaynaklanan gecikmeler, tıkanmalar ve geri dönüşler yaşanabilir. Ulusal dış politika süreçlerinde bir sürat motoru gibi dinamik manevralar yapılması imkân dahilindeyken, uluslararası kuruluşların ortak tutum geliştirmeleri ve kurumsal politikalarını değiştirmeleri, bir transatlantik gemisinin manevralarını andıran çok kademeli adımlar gerektirir. Uluslararası kuruluşların meşruiyetlerinin dahi sorgulanmasına yol açabilen bu durum, en bariz biçimde uluslararası sistemin en geniş çaplı uluslararası kuruluşu olan Birleşmiş Milletler özelinde görülmektedir. BM ve şemsiyesi altındaki kuruluşlar için küresel güçlerin güdümünde kalma, kuruluşlarında öngörülen işlevleri yerine getirememe, bürokratik hantallık ve ekonomik israfa sebep olma gibi eleştiriler sürekli yapılagelmiştir.
Müslüman ağırlıklı nüfusa sahip 57 üye ülkesi ile dünyanın en kapsamlı ikinci uluslararası kuruluşu olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) hakkında da özellikle yerli medyada son dönemde benzer eleştiriler öne çıkmaktadır. İİT'nin Mavi Marmara Krizi, Somali'deki insanlık dramı, Gazze ablukası, Libya'daki iç savaş ve Arap Baharı'na yol açan sosyopolitik kriz gibi konularda pasif kaldığı; kriz önleme, çatışma çözümü ve insani yardımlar noktasında inisiyatifi alamadığı; küresel kamuoyu oluşturamadığı gibi tezler sıkça dile getirilmiştir. Bu iddialar karşısında kuruluşun iç işleyiş mekanizmaları ve özellikle Arap Baharı sürecindeki diplomatik performansının yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. İslam dünyasındaki siyasi yapıların kırılgan iç dengeleri ile karmaşık uluslararası angajmanları göz önüne alındığında 40 yıl önce Filistin Davası etrafında ortaya çıkan İİT'nin BM-benzeri kapsamlı bir uluslararası kuruluşa dönüştürülmesinin oldukça sancılı ve zaman alıcı bir süreç olacağı öngörülebilir. Ancak kurumun 2005 yılında başlatılan iç reform süreci devam ederken İslam dünyasını ilgilendiren başlıca kriz ve çatışma alanlarında sergilenen diplomatik performans da dikkat çekicidir.
Örneğin Libya'da 18 Şubat 2011'de patlak veren iç savaşın başlamasından hemen dört gün sonra Kaddafi yönetiminin İİT yönetimi tarafından sert biçimde uyarılarak kendi vatandaşlarına karşı fiziki ve silahlı müdahalede bulunması 22 Şubat'ta şiddetle kınanmış; Libya yönetimine karşı net tavır alan ilk uluslararası kuruluş da İİT olmuştur. Libya'nın Mısır ve Tunus sınırlarında zorunlu göç sonucu mahsur kalan 13 bin civarında kişiye İİT ve ortakları tarafından insani yardımda bulunulmuştur. Ayrıca İİT çatısı altında İslam ülkeleri tarafından desteklenecek kapsamlı bir insani yardım programının hayata geçirilmesi önerilmiştir. BM Güvenlik Konseyi'nin 1970 ve 1973 sayılı kararı ile uçuşa yasak bölge oluşturulması desteklenmiş ve tüm İslam ülkeleri Ulusal Geçiş Konseyi ile ilişkiler kurmaya davet edilmişlerdir. Ulusal Geçiş Konseyi güçleri Trablus'a girdikleri andan itibaren Libya halkının zaferine saygı gösterilmesi ve çatışmaların sona erdirilmesi istenmiş ve ağustos ayında Ulusal Geçiş Konseyi Libya'nın resmi temsilcisi olarak tanınmıştır.
TEŞKİLATIN 'YUMUŞAK GÜCÜ'
Benzer şekilde Yemen'de patlak veren istikrarsızlık ve şiddet olayları üzerine siyasi otoriteler sivillere karşı orantısız güç kullanmamaları ve kontrollü davranmaları yönünde uyarılmış; barışçı gösterilere karşı güç kullanan devlet görevlilerinin yargılanmaları talep edilmiştir. Körfez İşbirliği Örgütü'nün (GCC) arabuluculuk girişimi bölgesel bir inisiyatif olarak desteklenerek tıpkı Libya'da olduğu gibi ülkenin toprak bütünlüğünün korunması vurgulanmıştır. Yemen hükümeti ile Houti hareketi arasındaki barış anlaşması desteklenmiş ve Saadah bölgesinde zorunlu mültecilerin sağlık sorunları için kapsamlı bir sahra hastanesi kurulmuştur. Bahreyn'deki sosyal huzursuzluk üzerine de, İİT ülkede barış ve istikrar ortamının tesis edilmesi ve farklı kesimler arasında bir diyalog ortamı kurulması için girişimlerde bulunmuştur.
Suriye'deki sosyal tepkilerin ortaya çıkmasından itibaren de, Suriye yönetiminden siyasi anlaşmazlıkların ılımlı bir diyalog süreci içerisinde çözüme kavuşturulması ve gerekli reformların hayata geçirilmesi talep edilmiştir. Suriye güvenlik güçleri, sivilleri hedefleyen operasyonların acilen durdurulması konusunda uyarılmışlar; siyasi reformların hızla hayata geçirilmesi için gerekli altyapının imkânları oluşturulmaya çalışılmıştır. İslam inancının insan hayatının her şartta korunması üzerine bina edildiği vurgulanarak Ramazan ayında reform ve diyaloğa dayalı yeni bir aşamaya geçilmesi için gayret sarf edilmiş, ancak bu mübarek ayda da can kayıpları maalesef durdurulamamıştır. Aynı şekilde Mavi Marmara olayının hemen ardından İsrail'in saldırgan tutumunu protesto eden çok açık bir mesaj verilmiş ve tarafsız bir "Gerçekleri Araştırma Komisyonu" kurulması önerilmiştir.
İİT'nin diplomatik performansı değerlendirilirken göz önüne alınması gereken kritik nokta, kuruluş üyesi olan İslam ülkelerinin kökenleri sömürgecilik dönemine uzanan siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarının kısıtlı imkânlara ve yetkiye sahip ve etkin yaptırım mekanizmalarından mahrum bir uluslararası kuruluş tarafından çözülebilmesinin zorluğudur. Böyle bir beklenti, küresel güç dengeleri ile İİT'nin hukuki ve kurumsal yapısı ışığında gerçekçi olmaktan uzaktır. İİT'nin BM tüzüğündeki 7. Bölüm benzeri bir askeri müdahale yetkisi ya da boykot, ambargo gibi ekonomik yaptırım uygulama mekanizmaları yoktur. Ayrıca İİT kararlarının uygulanmasını destekleyecek NATO gibi bir askeri ittifak; IMF-Dünya Bankası gibi ekonomik kuruluşlar; ya da ABD gibi bir küresel güç bulunmamaktadır. Bunun da ötesinde başat İİT üyelerinin Ortadoğu ve İslam dünyasında ortaya çıkan pek çok kritik meselede ulusal çıkarları ve uluslararası bağlantıları doğrultusunda farklılaşan pozisyonlar benimsedikleri görülmektedir. Bu durumda İİT gibi bir kuruluşun zorlayıcı yaptırımlar uygulaması bir yana, ortaya çıkan problem alanlarında ortak tavır belirlemesi bile oldukça zorlaşmaktadır.
Gerek Ortadoğu ve İslam dünyasında bitmek bilmeyen çalkantılar gerekse Genel Sekreterlik'te Türkiye'nin etkinliği dolayısıyla İİT'den beklentiler gerçekçilikten uzak biçimde artmakta ve arızi olaylar karşısındaki eleştiriler insaf sınırlarını aşabilmektedir. Ancak çatışma bölgelerindeki yoğun diplomatik çabaların yanında BM Genel Sekreteri'nin teşkilatı BM'nin "önemli ve stratejik ortağı" olarak tanımlaması, son yıllarda küresel meselelere müdahil olma noktasında kat edilen mesafeyi ortaya koymaktadır. Bu sebeple, İİT'ye dair değerlendirme ve eleştirilerin uluslararası sistemin hassas dengeleri ve kısıtları dikkate alınarak yapıcı, bilgiye dayalı ve kurumsal performansı artırıcı nitelikte olmaları faydalı olacaktır. Gerek Türk dış politikasının bölgesel ve küresel yansımalarının daha iyi anlaşılması gerekse İslam dünyasındaki cari sorunların çözümünde daha hızlı mesafe alınması açısından nitelikli, hakkaniyetli ve sağduyulu analizlere her zamankinden daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır.
Zaman