“Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsaydı, "Bir genç dinsiz olmuş" haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince param parça olması lâzım gelir.”
Nasıl bir yüreğin derinlerinden söze düşmüş bir ifadeydi bu. Nasıl bir imandı ki, o yüreği paramparça edecek bir derdi yüklenmişti... Şefkatin nasıl bir tezahürüydü ki, normalde bir mahkeme müdafaasında insanın kendini kurtarması için çabalaması beklenirken, bir gencin dinsiz olması düşüncesinin sızısını duyuyordu o tezahürün hudutlarında...
Daha bunun gibi çok ifadeleri vardı Zübeyir Ağabeyin Afyon Mahkemesi Müdafaasında ve diğer ağabeylerin hem hayatlarında hem sözlerinde sıkça rastlanıyor imanlı bir gençlik için verilmiş çabalara. Makam, mevki, diploma, para… Dünya da insanı söz ve yer sahibi yapacak ne varsa, hepsinden öte gençlik bile hiç tereddütsüz tercih edilmişti hakikat davasına. Bu yüzden sadık denmişti onlara. O sadakat nice cefanın, fedakârlığın, vefanın adı olmuştu. O sadakat ki bugün dahi birçok gencin dinini kurtarmanın yolu olmuştu...
Gençlik, en güzel çağıdır insan ömrünün, en verimli günleri, zira dünya ekilecek çok şeyin olduğu bir tarladır... Sayısız hedefleri hayalleri vardır, sonsuz kudretten üflenmiştir ruh, sonsuzdur istekleri... Aşkı çoktur mesela, kendine ve çevresine, kâinat kadar muhabbet vardır kalbinde, sığdıracak çok şey vardır kâinatta imana mahal olsun diye verilmiş kalbine... Sağlığı yerindedir, şükredecek binlerce sebebi... Zamanı çoktur gencin, zamanını heba edecek hevesleri, hiç bitmeyecek sandığı bir gençlik uykusundan ihtiyarlık sabahına uyanacağı...
Cesaretini, muhabbetini, güzelliğini, vaktini hep ebedi kalacağını düşündüğü gençliğine güvenerek sarf eder durur şu ancak bir gölgelik mesabesinde olan dünyaya… Oysa ikaz etmişti Rahmet Peygamberi(asm), kıymeti bilinmeyen üç nimetin biriydi. Ve nimet olduğunu unutunca başlıyordu ona, bir dünya kadar meftuniyet ;
“Gençliğe muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın güzel bir nimeti cihetinde sevmişsin. Elbette onu ibadette sarf edersin, sefahette boğdurup öldürmezsin. Öyleyse, o gençlikte kazandığın ibadetler, o fâni gençliğin bâki meyveleridir. Sen ihtiyarlandıkça, gençliğin iyilikleri olan bâki meyvelerini elde ettiğin halde, gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun. Hem ihtiyarlıkta daha ziyade ibadete muvaffakiyet ve merhamet-i İlâhiye ye daha ziyade liyakat kazandığını düşünürsün. Ehl-i gaflet gibi beş on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli senede "Eyvah, gençliğim gitti" diye teessüf edip gençliğe ağlamayacaksın. Nasıl ki, öylelerin birisi demiş: "Keşke gençliğin bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma neler getirdiğini şekvâ ederek haber verecektim." (Otuz İkinci Söz) diye hatırlatıyordu asırlar sonra, asırları kuşatan bir şefkatin zirvesinde dolaşan Bediüzzaman Hz leri. Zira O, şefkatli nazarıyla görüyordu ahireti unutup, dünya sefahatiyle geçirilen bir gençliğin ya hapishanelerde ya hastanelerde ya da kabirde son bulan bir hayat öyküsünde yer alacağını... İçinde nice ah edenlerin , gözyaşı dökenlerin rol aldığı bir öyküde…
Hapishanede ki gençlere hitaben olsa da, dünyanın hususan gençlerin hakikate dayanmayan bir fikrin, bir modanın, bir akımın içine hapsedildiği bir zamanda hala aynı tazeliğini koruyan bir mektupta yazdığı gibi, " Evet, bir genç hapiste, yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve ekser günahlardan hapis mâni olduğu gibi o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tevbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse, hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük faydası olması gibi on on beş senelik fâni gençlikle ebedî, parlak, bâki bir gençliği kazanacağını, başta Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, bütün kütüb ve suhuf-u semâviye kat'î haber verip müjde ediyor. Evet, o şirin güzel gençlik nimetine istikametle, tâatle şükretse, hem ziyadeleşir, hem bâkileşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâlı olur, hem elemli, gamlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasına, hem vatanına, hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeye sebebiyet verir. (On Dördüncü Şuâ)
Ondördüncü Şua'da yer alan, Zübeyir Ağabeyin Afyon Ağır ceza Hâkimliğine gönderdiği müdafaasının içerisinde gençlere dair hem nasihat hem de ümit dolu sözleri var;
“Risale-i Nur'u okuyan kimseler, bilhassa idrakli gençler, kuvvetli bir imana sahip oluyorlar. Sarsılmaz ve fedakâr bir dindar, bir vatanperver oluyorlar. Yıpranmaz bir imanın bulunduğu bir yere, menfî bir ideolojinin aşıladığı ahlâksızlık ve sefahet giremez...” diye savunuyordu hem kendisinin ve arkadaşlarının gençliğini kurtaran hakikatleri, hem de vatan evladının ne kadar muhtaç olduğu gerçeğini… 2000 yılların gençleri olarak bütün o sadık gençleri, hizmetleriyle gençleri geride bırakanları, minnet, saygı ve muhabbet dolu dualarla analım bir kez daha. Bugün Risaleler elden ele dolaşabiliyorsa, onların ellerinin izleri silinmemiştir hala…
Şefkat mesleğinin vesile olduğu her şeyde olduğu gibi müsbet düşüncenin tezahürleri belki de, bu yazıya günümüz gençliğinin düştüğü hatalardan söz edecek birçok örnek eklenebilirdi ama onlara dair müjdeleri, çıkış yollarını hatırlatmakla tamamlandı. Modern zamanlarda modaya kurban edilmiş bir gençliğin kurtuluşuna dualar göndererek... Modern zamanlarda kendilerine ulaşsın diye çekilen tüm zorlukların bilincinde olan bir gençlik, hakikatlere ekmek gibi, su gibi kıymet veren bir gençlik, İstikbal sadasına dair ümitlerin bekçisi olan bir gençliğin de var olduğuna şükürler ederek...