Ümmîleşme süreci-1: Zihnî, fiîlî ve rûhî arınma hâl'i

Yusuf KAPLAN

Şunu söylüyorum yıllardır: Çağı kavrayamadığımız sürece İslâm'ı; Hz. Peygamber'i 'kavrayamadığımız' sürece ise, İslâm'ı da, çağı da kavrayabilmemiz çok zor. 

* * *

Amacımız: Kur'ân'a ve Sünnet'e gitmek. Bu açık. Bunu biliyoruz. Ama bizi Kur'ân'a ve Sünnet'e götürecek bütün yollar kapalı. Bunu ne kadar anlayabiliyoruz acaba?

Batı uygarlığının her yerde, bütün küre ölçeğinde hâkim olduğu ve istisnasız bütün insanlığın algılama, duyma, düşünme ve yaşama biçimlerini belirlediği bir çağ körleşmesinin yaşandığı, bizi ağlarına ve bağlarına mahkûm ettiği bir vasat'ta, doğrudan Kur'ân'a ve Sünnet'e gidebilir miyiz? Kesinlikle, hayır!

* * *

İnsanlık tarihinde yaşanmamış bir sorun yaşanıyor bütün dünya ölçeğinde: Sadece Müslümanlar değil, Batı dışındaki bütün dünya, insanlık tarihinde, ilk kez bir fetret dönemi yaşıyor.

Burada -özür dileyerek- çok hayatî bir şeye dikkat çektiğimi hatırlatmak istiyorum: Bütün insanlık, yalnızca Batılı seküler algılama, duyma, düşünme ve yaşama biçimleriyle hayatını idame ettirmeye çalışıyor: İnsanlığın başına gelebilecek en büyük 'felâket ve helâket' budur. Nietzsche'yi isyan ettiren ve çıldırtan şey, tam da buydu işte!

Bu yakıcı gerçeği, en iyi gören, iliklerine kadar hisseden ve ümmîleşme yolculuğunda insanlığın yüzakı bir fikir, oluş ve varoluş çilesi ortaya koyan tek yetkin mütefekkir, Bediüzzaman'dır. Bediüzzaman'ı bu düzlemde kavrayamadığımız sürece ümmîleşme yolculuğumuzda, nebevî dilin ve varoluş hâllerinin hayatımıza nasıl ışık tutabileceğini idrak edebilme sürecinde dikkate değer bir mesafe katedemeyeceğimizi, ne yazık ki, fark edebilmiş bile değiliz henüz.

* * *

İnsanlığın nasıl bir fetret / 'yokoluş' süreciyle karşı karşıya kaldığına biraz yakından bakalım...

Batı uygarlığının geliştirdiği seküler-kapitalist meydan okuma, bütün diğer medeniyetleri, dinleri, felsefeleri, varoluş biçimlerini ya fiilen yok etti; ya da hadım ederek fosilleştirdi: Batı uygarlığı, bütün medeniyetlerin birikimlerine ulaştı, onları elindeki bütün gelişmiş imkânları kullanarak kendi seküler bakış açısına göre silbaştan tarif, tasnif -ve dolayısıyla tahrif- etti: Seküler algılama, kavrama ve düşünme biçimleri ve perspektifleri üzerinden gerçekleştirilen bu kodlama ve formatlama işlemiyle diğer medeniyetleri 'ne ise o' olarak idrak edebilmemizi imkânsızlaştırdı.

Bu, bütün diğer medeniyetlerin anlaşılamaması, dondurulması, yolculuklarının durdurulması anlamına geliyor: Bir yandan bütün insanlığın birikimine ulaşabilecek durumdayız; ama öte yandan da insanlığın birikimine 'ne ise o' olarak nüfûz edemeyecek ürpertici bir hâldeyiz.

İşte bu, insanlığın başına gelebilecek yalnızca en büyük felâket değil, en büyük helâkettir aynı zamanda. İnsanlığın, çağın seküler ağlarına hapsedilmesi, algı kapılarının kapanmasıyla, kendi bakış açılarını ve yaklaşım biçimlerini yitirmesiyle, tastamam bir çağ körleşmesi ve semantik intihar yaşamasıyla sonuçlandı, kaçınılmaz olarak.

* * *

Peki, bütün insanlığın sürüklendiği bu çıkmaz sokaktan çıkışının bir yolu yok mu? Var elbette: Ümmîleşme süreci.

Dikkatinizi çekerim: Sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın karşı karşıya kaldığı fetret döneminden / yokoluş sürecinden, felâket ve helâket anaforundan, semantik intihar ya da çağ körleşmesinden çıkış yolunun ümmîleşme süreci olduğunu söylüyorum.

O hâlde, ümmîleşme süreci ne?

Şimdilik şu kadarını söylemekle yetiniyorum: Ümmîleşme süreci, tıpkı Efendimiz'in (sav) yaptığı gibi, hangi zaman diliminde yaşıyor olursak olalım, yaşadığımız çağın ağlarından ve bağlarından kurtulmayı öngören çok katmanlı bir arınma sürecidir: Biliş /ilim, oluş / irfan, varoluş / hikmet süreci. (Burada hikmet'i felsefedeki anlamıyla değil, tasavvuftaki anlamıyla kullandığımı hatırlatmak isterim).

Başka bir ifadeyle, ümmîleşmeyi, zihnî arınma, fiilî / amelî arınma ve rûhî arınma süreçleri -ya da 'hâl'leri- olarak da 'görebiliriz'. (Benim medeniyet fikrinden kastettiğim 'şey', tam da bu işte).

Hasıl-ı kelâm: Bütün insanlığın, varlığını / insanlığını sürdürebilmesi için 'âlemlere rahmet olarak gönderilen' Efendimiz'e (sav) -yakından b/akmaya- ihtiyacı var: Sadece O'nu anlamaya değil; O'nunla birlikte olabilmeye: Yani, O'nunla, dolaylı (yalnızca kuru bilgilenmeye dayalı epistemolojik olarak ilgilenmeye) değil, doğrudan / ontolojik irtibata, dolayısıyla doğurgan bir rabıtaya geçmeye...

Bu mesele üzerinde uzunca bir süre, tefekkür ve tezekkür etmeye devam edeceğiz...

Yeni Şafak

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.