Din gitti. Düşünce bitti. Sanat, kitsch'leşti. Sahne'de sadece bilim arz-ı endam ediyor şimdi: Bilim de görünüşte hayatımızı kolaylaştıran ama gerçekte hakikati, vicdanı, duyarlıklarımızı buharlaştıran, bizi -kapitalist mekanizmalarla- ayartarak hazlarımıza, fetişlerimize ve sanal dünyaya hapseden "sevimli" bir canavarın önüne itiverdi: Teknoloji tanrısı.
* * *
İnsan bu kadar ruhsuzlaşmamış; kendine, dünyaya, tabiata bu kadar yabancılaşmamış, duyarsızlaşmamıştı. İnsanın bilinci bu kadar yok olmamış, bilinçaltı, Felix Guattari'nin deyişiyle bu kadar "mekanik bir bilinçatı"na dönüşmemişti!
İnsanın yeniden insanlaşması gerekiyor: Masumiyetine ve asliyetine, hakikatine ve fıtratına, saflığına ve hayata dönmesi...
Peki, nasıl yapacağız bunu? Tıpkı Efendimiz gibi, bütün zamanları sefer edebilmemizi, bütün zamanları kendi çocuğumuz kılabilmemizi ve bütün zamanların çocuğu olabilmemizi sağlayabilecek, bizzat Efendimiz'de tahakkuk eden ve Efendimiz'in hayatta tahakkuk ettirdiği üç aşamalı bir saflaşma fütûhatına çıkarak... Önce içimize, sonra dışımıza ve bütün varlığa taze, diriltici, hayat bahşedici, derin bir ruh üfleyerek...
* * *
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Efendimiz'in (sav), neden "Mustafa" olarak isimlendirildiğini hiç düşündük mü?
"Mustafa" kelimesi, "saf/a" kelimesinden türemiştir ve "her şeyin özü, özeti ve kökeni" demektir. "Safâ" kelimesi ise tasavvuf literatüründe, cismânî, nefsanî ve beşerî kirlerden, bulanıklıklardan arınmak; saflaşmak, arı-durulaşmak, temizlenmek ve aşkınlaşmak anlamına geliyor.
* * *
Bediüzzaman Hazretleri, Efendimiz'in, bütün varlığı, bozulmamış fıtratıyla "yakalamamızı" sağlayabilecek bir hakikate sahip olduğunu ve bu hakikati, verâset-i risâlet yoluyla "bize" de armağan ettiğini hatırlatır. Bu hakikat, varlığı saf, bozulmamış hâline kavuşturma hakikatidir. Bediüzzaman, bunu, varlığı "tasaffî ettirme" / saflaştırma imkânı olarak adlandırır ve her şeyi, kirlerinden arındırmak, asliyetine, fıtrî saflığına kavuşturmak olarak izah eder.
Efendimiz'in bu nurlandırıcı, arındırıcı ve diriltici "varlığı saflaştıma" hakikatinin kâinât'ı, iç karartıcı bir mâtemhâneden "mescid-i zikir ve şükür" hâline inkılab ettirdiğine; aralarında dengesizliğin, düşmanlığın hükümfermâ olduğu mevcûdât'ı birbirine "dost" ve "kardeş" kıldığına; cenâze'yi andıran ölü cemâdât'ı "ünsiyetli" ve "hayattar" varlıklara dönüştürdüğüne dikkat çeker.
* * *
Tasavvuf deryamız, Efendimiz'de özetlenen üç tür safâ fütuhatı'ndan bahseder. Birincisi, "safâ-i ilmî"; ikincisi, "safâ-i hâlî"; üçüncüsü de, "safâ-i ittısâlî".
Fethullah Gülen Hocaefendi, daha önce de çağımızın tasavvuf klasiği olarak zikrettiğim, Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde bu üç "safâ" fütûhatını enfes bir şekilde, lezîz bir dille şöyle özetler: "Safâ, kaynakların en arı, en duru ve en bereketlisinden akıp, insanın gönül havzasına ulaştıktan sonra muhatabın, hâl ve zamanın gereklerine göre, semavî fakat arzî yeni bir dalga boyu ile yolları ve yoldakileri aydınlatarak yolcuları yürütüp, yolları da yürünür hâle getirmesi, sâlikin ruhunda hâsıl ettiği safvetle onu ulûhiyet hakikatine yönlendirip ruhunu münacatın sonsuz zevkleriyle şahlandırması ve gönlünü de sürekli aşk u şevk ve vuslat tutkusuyla coşturması..."
* * *
Birinci safâ fütûhâtı, yılmak yorulmak nedir demeden bütün zorluklara göğüs gerebilecek bir fikir, oluş ve varoluş çilesi çekebilmeyi zorunlu kılar. Bu fütûhât, Hocaefendi'nin ifadeleriyle söylersem, kişiye, "hakîkî hedefini ilham eder... basîretine nur, iradesine fer, ruhuna aşk u şevk... göklerötesi âlemlere ulaşma iştiyakı" kazandırır.
"Kalbin, Hak mehâbeti ve hakikat aşkıyla açılıp kapanmasıyla" gerçekleştirilen ikinci safâ fütûhâtı, zâhirî ve bâtınî, görünür ve görünmez, dış ve iç dünyalarda bütün insanlığın ve varlığın varoluşsal sorunlarıyla hem bilkuvve, hem de bilfiil hemhâl, hemdert ve hemdost olabilecek bir varoluş düzlemine çıkabilmeyi gerektirir.
Üçüncü safâ fütûhâtı'nda gerçekleştirilecek "varoluş" düzlemine, ancak içinde yaşanılan zamanın ve mekânın sınırlarını ve sınırlamalarını; katı, donmuş, ezber hâline getirilmiş algılama ve duyma biçimlerini, insanın önünde devâsâ duvarlar ören zihin setlerini ve zihniyet yapılarını aşabilecek ölçekte derin nefes alınabildiği, bütün insanlığa ve varlığa derin nefes üfleyebilecek bir kendinden geçme, nefsinden geçme, ayartıcı dünyevî ilgilerden el etek çekme saflığına ve aşkınlığına erişilebildiği zaman ulaşılabilir yalnızca.
Yeni Şafak