İnsan, hayatı boyunca hiç unutmadığı ya da unutamayacağı zamanlara şahitlik eder.
Bir nevi o eşsiz anları kalbine öyle bir yerleştirir ve hissedar eder ki hiçbir harici güç onu sinesinden söküp atamaz.
Mesela bir erkek için askerlik anıları çok kıymetlidir.
Bazen olur ki askerlik arkadaşlarının hukukunu kardeşlik veya dostluk hukukunun fevkine çıkaracak kadar gözü pek kara olur.
Ne yapsın. Dünya hayatında paha biçilemeyen ve dünyadaki tüm mücevherat yığınlarının bir araya gelip değeri ölçülemeyen gizemli bir sırrı var.
İnsanı alıp götüren bu iksirin harmanında elbette soyut olan hislerin baskınlığı var.
İşte her insan için farklı ve unutamayacağı anlar var.
Benim için de altın ve yakut kıymetinde on günlük bir anı neşv-ü nema oldu.
Belki bugüne kadar tattığım her sevincin, her mutluluğun kat be kat üzerinde bir hissiyata büründüm:
Umre…
Onlarca hatta yüzlerce seyahate çıkmama ve her yeri dolaşmama rağmen bugüne kadar bu kadar mutmain olmadığım bir ziyareti gerçekleştirdim.
Kutsal bir yolculuğun ve İslam merkezi diyarların bende bu kadar etki bırakacağını tahayyül edemezdim.
İtiraf etmem gerekirse dönüş yolunda yazacağım bu yazıyı zaman kaybı olmaması gerekçesiyle umreye gitmeden bir şeyler yazmak istemiştim.
Lâkin ben Hz. Hamza’nın ciğerlerinin söküldüğü Uhud meydanını görmeden, hissetmeden nasıl da Hz. Hamza’yı yazacaktım?
Quba mescidini görmeden ensar ve muhacir kardeşliğinin ne olduğunu nasıl bilecektim?
Allah Resulü Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam’ın azıcık endişeye düştüğü Ebubekir’i Sıddık’a; ‘La tahzen… Üzülme! Allah bizimle beraberdir.’ dediği ve mübarek örümceğin aşkla ağını ördüğü Sevr dağını görmeden benim kalemim tesir edebilir mi?
Edemez!
Birileri askerlik anılarını size anlatınca saygıdan dinlersiniz. Dinlersiniz ama bir noktadan sonra sıkılır ve çabuk nihayete erdirmesini istersiniz.
Bazen Hacca veya Umre’ye gidenler için de aynı şeyleri söylersiniz.
Bir itirafta daha bulunmak istiyorum ki yanımda kutsal topraklardan bahsedildikten sonra sıkılıyordum.
Ben bugün kendimi ifşa edeceğim. İtiraflarımı ve cehaletimi bir bir size anlatacağım.
Kâ’be’nin etrafında hiç durmayan bir aşkla dönmenin nedenini gerçek manada bilmiyordum.
Dönüyor, dönmesine ama neden, niçin?
Rabbimiz neden biz aciz kullarından dönmemizi istesin ki?
Ta ki çıplak gözlerle arşın merkezi Beytullah’ı görene kadar…
Meğerse dünyadaki tüm varlıklar zaten dönüyor.
Dönmek ve dinamik bir hareket Cenab-ı Hakk’ın bir şanını gösteriyor.
Çünkü mikroskopla dahi göremediğimiz atomların merkezi proton ve nötronların etrafını kuşatan elektronlar şuursuz olmalarına rağmen şuurkârane dönüyorlar.
Atom altı parçacıkları oluşturan fermionlar ve bu parçacığı oluşturan lepton ve kuarklar dahi Rabbimizin emri doğrultusunda dönüyorlar.
Bunlar bedahet derecesinde görünüyor ki Rabbimizi tespih ediyor.
Durun daha bitmedi.
Bitmez de… Dünya’nın bir merkez etrafında saatte 110 bin km hızla dönmesini siz tesadüfe havale edebilir misiniz?
Dünya gibi tüm gezegenler dönmüyor mu?
Mars, Venüs, Uranüs, Jupiter, Satürn’ün evrende durağan bir harekette olduğunu mu sandınız?
Hepsi rotasız, kaptansız ve şuursuz olmalarına rağmen Rabbimiz tarafından tayin edilmiş şeklinden bir milimetrik hata vermeden kâinatta dönüyor.
Bu gezegenlerin oluşturduğu ve bir yıldız olan manzume-i şemsiye yani güneş sistemi de belirlenen bir merkez etrafında dönüp Rabbimizi tespih ediyor.
Azıcık sabredin daha bitmedi.
Güneş sisteminin emsali olan 250 milyar yıldız da evrende ‘Hu hu’ diyerek dönüyor. Rabbimize şuursuz oldukları halde; ‘bizi çeviren, döndüren ve bu ışık kaynağını bize ürettiren Sensin. Senden başka Hak Mabud yok. Bu yerlerin ve göklerin hâkimi Sensin’ diyor.
Dedim ya cehaletimi ifşa edeceğim size. Aciz, bîçare ve serseri biri olduğumu hepinize ilan edeceğim. Rabbimizi hakkıyla tanıyamamanın verdiği ezikliği sizle paylaşmak istiyorum.
Ama daha bitmedi ki.
Kâinatta tüm canlı ve cansız varlıklar dönüyor ya da döndürülüyor dedik ya.
250 milyar yıldızın oluşturduğu Kehkeşan yani Samanyolu Galaksisi de Rabbimizin emriyle dönüyor.
Samanyolu gibi 250 milyar gezegen dahi bitmek ve tükenmek bilmeyen enerjisi ile dönüyor.
Efela yağkilun, efela yetefekkerun…
Akletmez misiniz, tefekkür etmez misiniz…
İşte Kâ’be-i Muazzama evrenin merkezi hükmünde. Ve bütün bu görünen ve görünmeyen varlıklar bu merkezin etrafında ‘Lebbeyk, Allahumme Lebbeyk’ diyerek dönüyor.
Bunlar dönüp Rabbimizi tespih ediyorsa güya en eşref mahlûk biz insanlar neden arşın merkezi etrafında dönmeyelim?
İşte ilk ve 10 günlük umre seyahatim bende bu derin duyguları oluşturdu.
Demek ki giden gelip de derdini bana hakkıyla anlatamamış olacak ki ben bugüne kadar Rabbimi hakkıyla tanıyamamışım.
Veyl olsun!
Evet, umreye gitmekle Müslümanlığımı hakkıyla keşfettim. Allah’ı tanıdım, sevdim ve tespih ettim. Atom altı parçacıkların dönüşüyle döndüm ve Hu Hu dedim…
Yani şerefyab oldum.
Allah Resulünü bir nebze de olsa ben de hayalen o asra giderek huzurunda bulunmakla izzet ve şeref sahibi oldum.
Hz. Hamza’nın, Abdullah Bin Cahş’ın, Mus’ab Bin Umeyr’in cengaverliğini şehid edildiği Uhud’da andım.
Umre’de Hatice ve Ayşe annelerimizin iffetinin hikâyelerini dinledim.
Aynı isimle şereflendiğim Hz. Ömer’in adaletini okudum.
Mikad sınırı Zulğuleyfe’de efendimizin beyazlara büründüğü kefene bürünerek teslim oldum.
En sevdiğim saçlarımı tümden feda ederek İbrahim Aleyhisselam’ın oğlu İsmail Aleyhisselam’a imtihanı gibi sınandım.
Kısacası Mekke ve Medine şehirleri bana insanlığı ve kulluğu öğretti.
Aciz, bîçare ve gözle göremediği bir virüse yenik düşecek kadar çaresiz biri olduğumu gösterdi.
Egomu yıktı, basiretsizliğimi dağıttı, kalp kırıcılığımı eritti, insana tepeden bakmamı engelledi, dünya hayatındaki her kötü şeye set çekti.
Umre bana Allah-u Ekber dedirtti!
Daha ne olsun…
Twitter: https://twitter.com/omercelebiresmi