Dünya yüzeyinde ne kadar insan varsa o kadar da umut vardır, zira her insan bir umuttur.
Her yenigün ise insana yeni bir umuttur. Umudun alt başlıkları kişilere göre değişkendir. İş, eş, para, evlat, kariyer vs. Bunlar dünya nazarı ile olanlar. Asıl umut bunlar mıdır ya da bunlara mı bağlıdır?
İnsan hayatta neyi umut ediyorsa o denli mutlu, umudu ne denli az ise o denli mutsuz ve huzursuz.
Burada önemli nokta demek ki umutlarımızı neye bağladığımızla ilgili.
Umut etmek, içten gelen duygu ve düşüncelerin harmanlanıp istek şeklinde bir amaca doğru yönlendirilmesi, bu amaca ulaşılmak içinde çabalanmasıyla gerçekleşir.
İşte tam da burada, insanın iç dinamiklerinin çok kuvvetli olması, duygu ve düşüncelerinde sağlam tutamaçları bulunması gerekir ki hedefine ulaşırken önüne çıkabilecek muhtemel engel ve zorlukları aşmaya güç bulabilsin.
Umutlarımızı yalnız kendimiz biliriz, bir de bizi yaratan. Umut ettiğimiz ve hedeflediğimize ulaşmak noktasında her aklımızdan geçirdiğimizdeki iç mülahazası hâl duasıdır aslında. Ne denli samimi isek umudumuz o denli kuvvetlidir, zira biliriz ki / bilinmelidir ki umudumu kalbime derc eden de onun gerçek Sahibidir.
Samimiyet ile istenen şey de mutlaka sahibine verilir, çünkü isteklerimizdeki samimiyet hayır-şer vechinin önüne geçmiştir . Bu nedenle isterken ve umut ederken de çok dikkatli olup sonuçlarını da düşünmek gerekir.
Nefis her daim hazır lezzete taliptir,oysa o lezzet zehirli bal hükmünde olabilir. Yerken lezzet alınır ve lakin zaman onu ölüme doğru götürür. İnsanın yaşarken ruh dünyasının ölmesi ise zahiren hayatiyet var gibi gözükmesinden ibarettir.
O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin… Hz. Mevlana
Zahire bakan aldanır, zira ne harabat ehli vardır ki, onlar umutlarını öyle bir merkezden alırlar ki defineye mâliktirler. Çünkü onlar hazineye değil hazinenin Sahibine umutlarını bağlamışlardır.
Şu anda neyi umut ediyorsak o bizim duamız oluyor ve gelecekteki ve hatta ahirete uzanan tarihçe-i hayatımızı umut ederken ettiğimiz dua’larımız ile yazmaktayız. Bu nedenledir ki umutlarımız bizim için gerçek birer imtihan vesilesidir. Zira umudun her aşaması ruh dünyamızı da şekillendirir. Bu yüzdendir ki bel bağladıklarımız bizi O’ndan cc uzağa düşürüyorsa artık umut değil hüsrandır. Bu hüsranı çoğunlukla yaşarken kendi tercihlerimizin sonucu olduğunu düşünmeyiz de, sebeplere takılıp o sebepler perdesinde kalırız. Sonuç umutsuzluk ve mutsuzluktur. Oysa her mutsuzluk mutlak bir mutluluğa çağrının hecesidir. Belki de okuyamadığımız/ okumak istemediğimizden bu denli umutlarımız kırılgan ve kasvetli.
Kâinatta yaratılan külli eşyaya nazaran insan ne denli küçük olsa da, batınına yerleştirilmiş kalp ve akıl cihazatını iman ile tezyin ettiğinde, kâinattaki umum camid ve mahlukun da lisan-ı halleri ile umudu ve duası olmakta.
Bu nazar ile insan neyi, kimden umut etmesi gerektiğini ve neleri listesinden çıkarması gerektiğini düşünmesi elzemdir. Zira O’nun mülkünde, O’nun tasarrufunda ve O’nun takdirinde icraat-ı sübhaniye’sinin dışındaki tüm bel bağlayışlar, umudumuzdan ziyade hüsranımız olacaktır.
Her umut ya bizi O’na (cc) götürmeli, ya da sonuçları bize O’nu (cc) getirmeli. En büyük ve yegâne umut ise Rab ‘bin rızası olmalı ki, umudumuz kırılgan ve hüsran ile neticelenmesin. Sarıldığımız her umut duamız olsun, Allah’ın rızası ile ‘’işte kulum sen beni acizliğine rağmen, zerre mislindeki kalbindeki yalnızca benim bildiğim bana olan sıdk-ı umudun ile istedin, ben de o umudunu boş çıkarmadım’’ hitabına mazhar olalım vesselam.