22 Temmuz öncesinde Türkiyede asker, üniversite, yargı ve CHP işbirliğiyle sahnelenen kaosun hedefi, Abdullah Gülü Çankayaya çıkartmamaktı. Zirã, işbirlikçilere göre, Çankaya, Kemalist zihniyetin en mühim değilse bile, en sembol kalesiydi. M. Kemalin ruhunu muazzeb edecek, irticaın ön saflarında yer almış birisinin oraya çıkma ihtimali, işbirlikçilerin tüylerini diken diken ediyordu. Bu ihtimalin araladığı kapıdan bulanık ve pis bir sel gibi memleket sathına yayılan entrikalar üç ana kaynaktan boşalıyordu: Ordu, üniversite ve yargı...
27 Nisan e-muhtırası ile demokrasiyi bir daha iğdiş etmeye teşebbüs eden ordunun yavuz evlatları ile üniversite ve yargı mevzilerinden AK Parti saflarına silâhların namlusundan kopmuş gülleler gibi, yırtık hançerelerden hakaret ve tükürükler yağıyordu. Üniversite, Yök Başkanı Tezicin kumandasında tam bir kışlaya inkilâb etmiş, rektörlerin sevk ve idaresinde memleket sathında cephe savaşları veriyordu. Arada bir karargâh toplantıları için Ankarada bir araya geliyor, gövde gösterisine dönüşen şaşalı nümayişlerle Anıtkabire, kapkara cübbeleri içinde zifirî emellerine yürüyor ve milleti temsil eden iktidar partisini M.Kemale şikayet ediyorlardı.
Asırlık menfatlerinin devamı için başlatılan bütün bu entrika ve teşebbüslerin maskesi ise, iki metre bezden ibaret başörtüsünün rejim için meydana getirdiği tehditti. Her cinayetin arkasında meşruiyet kazandığı irtica düşmanlığının bu masûm ve zararsız sembolü, şer ittifakı saflarında, İspanyol boğalarının kırmızıya gösterdiği tepkiyi gölgede bırakacak bir kin ve nefrete sebeb oluyordu.
O günlerin târihini yazacak müverrihler için arşivler malzeme dolu. Bugün bile her hatırladığımda su basmış, zifrî karanlık bir zindanın en alt katlarının birinde ayağında prangalarla boğulma dehşeti yaşayan bir mahkûmun hissedebileceklerine benzer bir halet-i ruhiye içinde boğulacakmış gibi hafakanlar geçiriyorum. Bende bir nevi travmaya sebebiyet veren bu ruhî yaranın müsebbibi, 12. Ergenekon dalgasıyla gözaltına alınan Fãtih Hilmioğlu...
Maraş, Elbistan doğumlu, sureta bu memleket insanı görüntüsü veren, ama düşünce ve ruh yapısı itibariyle bu milletin bütün değerlerine düşman bu zãt, o kaos günlerinde İnönü Üniversitesinin rektörlük makamını işgal ediyordu. Dolu dizgin içine daldığı kavgada gösterdiği cüretin kaynağı, sıradan bir üniversitenin rektörlük gücüne benzemiyordu. Zirã, Hilmioğlu, tek başına millet ve değerleriyle çarpışıyor, ağzından tükürükler saçarak avaz avaza tehditlerde bulunuyordu. Besbelli ki, daha büyük, daha kudretli, milleti hiçe sayabilecek bir güce dayanıyordu.
Üniversiteyi kışlaya çeviren rektör, şu kabul-ü imkânsız kin ve nefreti kusuyordu:
AK Parti yüzde 95 oy alsa bile iktidara getirilmez, gerekirse darbe yapılır!
Bu tek satırlık kahredici mızrak, kalbimin ortasına saplanmıştı... AK Partili değilim, esãsen partici denecek ölçülerde hiçbir partiye merbutiyetim de yok; partilerle yegâne temasım; doğrularını takdir, yanlışlarını tenkidden ibaret... Ama bu pis mızrak AK Partinin değil, milletin bağrına saplanıyordu, millet irãdesini tahrib için fırlatılmıştı...
Demokrasilerde, partileri, iktidara millet taşır... Ne var ki, bu küstah adam, millet irãdesi yüzde 95i bulsa bile bir partinin iktidara getirilmeyeceğini söylüyor. Nasıl olacağını da saklamayarak, Gerekirse darbe yapılır! diyor. Bu memlekette darbe yapan tek güç var: 27 Mayıstan beri iktidar ve kan kokusuna alışmış olan asker...
Dünyanın herhangi bir yerinde orduya böylesi bir iftira ve ittihamda bulunan bir kişiye ilk cevab, müttehemden gelir, ordudan. Genelkurmayın bu ilim adamı kisvesi taşıyan adama bir tazir çekmesini beklemek milletin hakkı değil mi? Ama hayır, Genelkurmaydan en ufak bir ses çıkmadı, duyan yok. Belli ki, Hilmioğlunun tehdidi Genelkurmayca hüsn-ü kabul görmüştü...
Bu adamı, o gün sığındığı hisarından alıp yargının karşısına çıkarmak gerekirdi. Ama kim yapacak? Yargı en üst seviyede aynı maksadın bir başka tezgâhını kurmakla meşgul, 367 kalpazanlığını sahnelemek için akıl ve izanı çatlatan formülleri hayata geçirmek için hukuk, kör testerelerle boğazlanıyor, Ankara sokaklarında...
12. Dalga, bu asırlık ve derin teşekkülün ana payandalarından birini biçti. Üniversite, millet rağmına olan bu asırlık ve zorba yapının ana payandalarındandı... Sıra da diğerleri var: Bürokrasi, parlamentonun darbe şakşakçısı kanadı, yargı ve diğerleri...
Devam eder mi? Bu saatten sonra başka çıkar yol yok, devam edecek... Türkiye cumhuriyeti devleti de, dünyadaki bütün demokratik devletler gibi, kirlerinden temizlenip milletin asil ve müşfik kucağına istinadla güçlenecektir. Milletin ak dediğine, kara diyen bu asırlık ucube, ıslah-ı nefsle mükellefti, Ergenekonla onun kapısını araladı. Bütünüyle hayat bulması, milletin değerlerine hürmetle kabil, millete düşmanlık ve tahkirle değil.