Prof. Dr. Osman Çakmak YGS ve sınav sorularını cevapladı:
Geçmişte kopya skandalları ile ünlü YGS sınavını yaşadık. Asıl konuya geçmeden önce, sınavlarda bu kadar sıkı gözetim yapar hale gelişimizin kaynağı nedir sizce?
Bilindiği gibi kopya çekmeye karşı okullarımızda uygulanan metot sıkı bir gözetimdir. Bu gözetim öğrenciler üzerinde nasıl bir sonuç oluşturmaktadır? Ciddi olarak analiz edilmesi gereken bir konudur. Gözetim yapmakla yarın devletin imkanlarını teslim ettiğimiz küçüklere aslında şunu demiş olmuyor muyuz?
“Sizler güvenilir ve dürüst olmadığınızdan, kendi başınıza kalmanıza ve kopya çekmenize müsaade etmiyoruz. Aslında hepiniz birer potansiyel hırsızlarsınız. Şimdilik hırsızlık yapmanıza izin yok, ama ileride gözetim olmadığında, şeref ve haysiyetinize teslim edilecek imkanlarda hırsızlık yapabilirsiniz!”
Tüm sınavlarda uygulanan bu gözetim, öğrenci hayatının etkilenmeye en açık dönemlerinde yani ilköğretimlerde başlıyor. Öğrenciye her sınavda “sen güvenilmez bir kişisin” mesajı veriliyor. Çocuğun beyni bu şekilde yıkanıyor ve bu durumda çocuk “güvenilmez” ve “hırsız” olduğunu adeta benimsiyor. Tüm bu telkinler şuur altına kalıcı etki yapıyor. Sonuçta bu atmosferde büyüyen insanımız, ileride büyüyünce türlü türlü yanlışlıklar yapar hale geliyor. İnsanımızda yaygın olarak her fırsatta “devleti soyma” ve “yolsuzluk yapma” hastalığının kaynağını burada aramalıyız diye düşünüyorum.
Peki çözüm nedir?
Sınavları, “gözetimsiz ve gözetmensiz” yaparak öğrenciler kopya gibi hırsızlıklara tenezzül etmeyecek şerefe ve dürüstlüğe sahip olduğu telkini ile büyümelidir. Eğitim uzmanları bu noktaya özellikle dikkat çekerler. Amerika ve Avrupa gibi ülkelerde okullar, bunca ahlaki krize rağmen, çoğu kere sınavları gözetmensiz ve gözetimsiz yapabiliyorlar. Diğer taraftan önemli olan bilginin kendisi değil, üretilmesi ve kullanılması olduğundan, gelişmiş dünya çoğu kere açık defter kitap sınavı tercihe ediyorlar. Daha da ötesi artık bir çok ülke sınavsız eğitime geçiş yapıyor. Şunu unutmayalım ki, eğitim insan tabiatına uygun ve ihtiyaç ve merak odaklı, uzman ve ehil eğitimciler elinde enfes bir ziyafete dönecektir.
Aslında insanımızın her fırsatta sınavlarda, kopya olayları eğitimde ahlaki bozulmayı da göstermiyor mu?
Tabi eğitim yapımız derin bilgi ve bilgi üretme olmayınca merkezi sınavlar aslında kes-kopyala-yapıştır anlayışınde bir nesil yetiştiriyor. Böyle olunca kopya çekmek normal hale geliyor. Eğitimde üretilmiş bilgi olmayınca sanayicimiz de kopya teknolojilere yöneliyor. Her şey birbirine bağlı esasen.
Evet ülkemizdeki asıl eğitim sorunu, muhteva ile ilgili boşluk var. Eğitimde bir ruhsuzluk ve kimliksizlik var. İnsani ve ahlaki boyutu yok gibi. Eğitim Dünyamız herşeyden önce bir medeniyet iddiasına ve kimliğe kavuşturularak misyonsuzluktan kurtarılabilir. O zaman görülecektir ki bir çok problem kendiliğinden çözülecektir. Aksi halde yapılan şekilsel reformlar çürümüş binayı ayakta tutmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir.
MERKEZİ SINAVLAR KALDIRILABİLİR Mİ?
Milli Eğitim Bakanımız yakın yıllarda üniversite sayısının ve bölümlerinin artması ile merkezi sınavların kalkacağını söylüyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki milyona yakın öğrenci sınava giriyor. Görünüşte 300-500 bin öğrenci bir şekilde bir üniversite bölümüne kayıt yaptırabilecek belki. Ama herkesin gönlünde 40-50 binlik dilimde yer alan bölümlere girebilmek var. Onun için merkezi sınavların kalkacağı tahmini bana göre boş bir hayal. Eğitimde gerçekten büyük yanılgılar ve yanlış kanatlaar hakim toplumda. Eğitim, bilgi ve sınavlar konusunda insanımız üzerinde hükmeden büyük uyutma politikaları var diye düşünüyorum. Asıl çözüm noktaları gözlerden çoğu kere gizlenmektedir
Eğer üniversite eğitimine kalite kazandırabilir, üniversiteler ve bölümler arasındaki kalite farkı asgariye indirebilir ve ülke ihtiyaçlarına göre kontenjanlar belirlenebilirse, merkezi sınavların etkisi o zaman azalabilir. Bu da ancak, ülkede iş ve meslek dünyasının üniversitelere ve meslek liselerine hakim olması ile mümkün olabilir diye düşünüyorum.. Çünkü o zaman gerçek hayat-piyasa ile okullar arasındaki uçurum sona erebilir.
Bir de eğitimin devlet tekelinden kurtarılması meselesi var. Aksi halde, eğitimin rekabet içine girmesi ve yeniliklerle buluşması bu hantal devletçi yapı ile zor görünüyor. Ülkemizde özel okullar ve vakıf üniversiteleri özel kişilerce yönetilen devlet okullarıdır aslında. İster devlet okulu olsun isterse özel okul, tüm ders programlarının içerik, amaç, kazanım, süreç, süreleri bizzat devlet tarafından belirlenmektedir.
Yapısı ve niteliğini değiştirerek, merkezi sınavları ıslah etmede kısa vadede yapabileceklerimiz olamaz mı?
Olabilir. Çok pratik çözüm yolları var aslında kafamızı çalıştırabilsek ve tek boyutlu çözümlere takılıp kalmasak... Eğitim problemini büyük ölçüde halletmiş, merkezi sınav derdi olmayan bir çok ülkede bir uygulama var. Her yıl yapılan bir tür genel kültür, bilgi ve düzeyini ölçen sınavlar yanında düşünme ve anlatma becerisini ölçen “bakalorya” türü sınavlar da yapılmaktadır. Bu geçmişte bir ölçüde “bitirme sınavı” olarak bizde de vardı. Belki de bu sınavların ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenerek tekrar getirilmesi lazım.
Bitirme sınavlarının tekrar ihdası, merkezi sınavları da yegane alternatif olmaktan çıkarabilir. Liseleri kendi konumunda değerli hale getirecektir. Ancak şuna dikkat etmeliyiz ki test tarzı yaparsak, bu sınavları da yozlaştırmış oluruz.
Liselere bitirme sınavlarının getirilmesi ve sınavlarda açık uçlu soruların yer alması ve bilginin kendisine değil kullanımını ve bilgi üretmeye yönelik sorular hazırlandığı takdirde mevcut ÖSYM sınav sisteminin olumsuzlukları azabilir. Böyle bir model, bu sınavları tek boyutlu yapıdan çok boyutlu hale getirmede bir çıkış noktası olabilir.
LİSE EĞİTİMİNİ MESLEKİ BECERİLER KAZANDIRAN DÜZLEME ÇEKMEK
Lise öğrencilerinin aynı zamanda mesleki becerilere sahip olabilmelerini sağlayacak bir yapılanmaya gidemez miyiz? Malum, öğrenciye entelektüel beceri kazandıramadığı gibi, mesleki beceri de kazandıramayan içi boşaltılmış bir lise eğitimimiz var.
Mesleki kazanım ve tecrübelerin ÖSS sisteminde puan arttıran bir unsur haline getirilmesiyle bu gerçekleşebilir. Kurs vb. yollarla sertifikalandırılacak beceriler, öğrenciye iki türlü katkı sağlayacaktır:
a. Sertifikalar, ÖSS puanına eklenecek belirli bir değer taşıyacaktır. Böylece öğrencinin her türlü mesleki beceriye sahip olması teşvik edilecektir.
b. Bir üniversiteye giremese bile söz konusu pazarlanabilir becerileri sayesinde işsiz ve mesleksiz kalmaktan kurtulabilecektir.
Bu sayede öğrenci yalnızca hazırlık dershanelerinde teorik bilgi peşinde koşmak yerine çeşitli mesleki becerileri kazanmaya da yönelmiş olacaktır.
Bunun için neler yapılmalıdır?
Öncelikle ÖSS sınavının yapısının ve niteliğinin değiştirilmesi gereğinin anlaşılması lazım. Ardından değişikliklerin neler olması gerektiğine sıra gelecektir.
Sınavlardan amaç temelde öğrencinin kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilmeye yarayan düşünme gücünün ve dili kullanma becerisinin ölçülmesi olmalıdır.
Sınavlardan amaç temelde öğrencinin dil yeteneği ve matematik bilgisi yanında muhakeme ve düşünme gücünün belirlenmesi ve temel kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilme yeteneğinin ölçülmesidir. Ayrıca, sınavlarda öğrencinin anlamlı cümle kurmak yeteneğinin de ölçülmesi önem taşımaktadır. Merkezi sınavlarda ucu açık soruların yer alması bu açıdan büyük önem taşır. Ancak birkaç milyon öğrencinin gireceği ucu açık soruların cevap anahtarlarının nasıl değerlendirileceği önemli bir mesele olduğundan problemleri tek düzlemde ve tek boyutta düz mantıkla çözmeye alışmış ÖSYM yetkililerninin böyle bir zorluğun altına gireceklerini sanmıyorum.
Bu konudaki ilk adım da mevcut soru müfredatının çeşitli mesleki alanlar ve hayat becerilerini içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi olabilir.
Bu bağlamda;
a. Sözlü ve yazılı anlatım becerisi,
b. Pratik hayat bilgi ve becerileri,
c. Sosyal içerikli genel kültür,
d. Bilişim ve iletişim becerileri,
e. Yaygın mesleki bilgi ve becerileri,
f. Sanat bilgi ve becerileri,
g. Spor, sağlık bilgi ve becerileri düşünülmelidir.
Önemli olan bilginin kendisi değil, onun kullanılması ve üretilmesi olduğuna göre, sınavlarda düşünce gücünü ve bilginin kullanışını ölçen şekilde sorular tanzim edilebilir. Ancak ÖSYM böyle bir yapıyı oluşturmanın hala çok uzağında. Düşünce gücünü ve bilginin kullanışını değerlendirecek şekilde soru tanzim etmek ileri derecede uzmanlık ve derin bilgi ve eğitim yöntemlerini iyi bilmeyi gerektirir. ÖSYM nin sorumlu yetkilileri bu işin gerçek uzmanlarını istihdam ederek işin üstesinden gelebilirler. Anahtar nokta, düşünmeyi ve bilgi üretmeyi bilen, aynı zamanda eğitim vizyonuna sahip bilim adamlarını istihdam edebilmek.... Ülkemizde üniversitelerde kalite kriterlerinin büyük ölçüde yozlaşması yüzünden (kullanılamadığından), ucuz doktora, ucuz doçentlik ve ucuz profesörlük sistemi yürürlükte....
DAHA ESNEK YAPILANMA
Tüm bunlar yerleştirme sisteminde daha esnek bir yapılanma anlamına geliyor aslında.
Sınav tekniğinde yapılacak değişiklikler bir yana öncelikle ÖSS sınavının üniversiteye yerleşmede tek faktör olmaktan çıkarılması ve yerleşmenin esnek bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.
Üniversitelerde ilk yıl öğrencinin kaydolduğu bölümü ve üniversite hayatını tanıma yılıdır. İlk yıl öğrenciye başka bölümlere geçebilme imkanı tanınmalıdır.
Üniversiteler (Fakülte ve bölümler) kendilerinin koyacağı ek standart ve ölçütler içinde [yada başka sınav(lar)] öğrencilerini kendileri seçebilmelidir. Bu durum öğrencinin aynı zamanda lise döneminde kendi yeteneklerine uygun bölümlere ve branşlara yönelmelerini (o alanda güçlenmesini) sağlayacaktır.
Bir diğer önemli konu ise Meslek Yüksek Okullarını bitirenlere dört yıllık üniversiteye geçiş imkanı daha yaygın olarak verilmelidir. Bu hakkın verilmesi bile Meslek Yüksek Okullarının cazibesini önemli ölçüde artırmaya vesile olabilir. Öğrenci prestij vesilesi yaparak dört yıllık fakülte bölümlerini tercih etmektedir. Halbuki ülkemizde çoğu dört yıllık okul mezunları iş bulma sorunu yaşamaktadır. Dört yıllık bir fakülteyi bitiren öğrenci aynı zamanda Yüksek Okul diplomasına (mesleğe) sahip olduğundan daha kolay iş bulma şansını yakalamaktadır.
GÜNEY KORE MODELİ
Lise eğitimini gerçek misyonuna nasıl döndüreceğiz? Hep Batıdaki örneklere bakmak yerine bize benzeyen eğitim yapısından daha yakın zamanda kurtulan ve dönüşümü gerçekleştiren mesela Güney Kore örneğine bakabiliriz. Ne yapmıştı Güney Kore?
Daha 2002 yıllarında Kore ortaöğretim reformunu üniversite bilim reformu ile birlikte ele almıştı. Prestijli üniversitelerde okutmak isteyen öğrenciler, ÖSS benzeri sınavlara hazırlanarak yıllarca "sınav cehennemi" içinde kıvranıyordu. Aileler bir sektör haline gelen özel dersler ve kurslar için ayda binlerce dolar ücretler ödüyordu. Ezberciliği ve test çözme mekanik becerisini ön plana çıkaran ve defalarca değiştirilen bu eski sistem 1995'de başlayan bir eğitim reformunun parçası olarak temelden değiştirildi.
Yeni sistem 2002'de yürürlüğe girdi. Yeni sistem temel bilgi ve yetenek sınavları yanında asıl olarak öğrencilerin kişisel okul dosya kayıtları, makale yazma ve mülakatı ön plana çıkarıyordu. Böylece lise eğitimi öğrencinin çok yönlü gelişimine anlamlı ve faydalı bir katkı yapmaya başladı. Yani liseler aslî görevine döndüler. Ayrıca, mezuniyet için gerekli asgari kredi sayısı da i 120 olarak değiştirildi. Kredi sayısının azaltılmasını standardı ve kaliteyi düşürmek olarak görenler vardı. Modern eğitimde çok şeyi değil "öğrenmeyi öğrenmenin" daha önemli ve öncelikli hale geldiğini bilmiyordu bu çevreler. Sahasında temel bilgilerle mücehhez öğrenciye ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşma özgüvenini kazandırmak gerekiyordu. Bunun diğer bir avantajı da mezuniyet için gerekli kredi sayısının mesela 180'dan 120'ye düşürülmesi, hiçbir ilave kaynak gerektirmeden öğrenciye kapasitesini %50 ye kadar artırmaya imkân veriyordu.
KALİTE DEĞERLENDİRMESİ: AKREDİTASYON
Okul notları yerine merkezi sınavlara yönelmede temel gerekçe güvensizlik ve torpil kaygısı.
Üniversiteye girişte öğrenci mezuniyet notunun kullanılmasına karşı çıkanlar şu gerekçeyi öne sürüyorlar: Okullar arasında kalite farkı çok büyük.. Bir okulun verdiği 80 puan diğer okulun 50'si bile olmayabilir. O zaman ikisinin puanlarını aynı kategoride değerlendirmek adaletsizlik olur.
Eğer, eğitimde akreditasyon sistemini hayata geçirirseniz, bu problemi ortadan kaldırabilirsiniz. Hem de üstelik o zaman okullar kendi içinde rekabete başlayacaktır.
Akreditasyon “yetkili bir merci tarafından onaylanmak” olup buradaki kullanılışı itibariyle, bir okulun Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenecek eğitim-öğretim ve yönetim kurallarının oluşturdu- ğu çerçeve içinde tanımlanabilecek bazı vazgeçilmez özelliklere uygun olarak çalıştığının, bir “kural” tarafından doğrulanıp ilan edilmesi anlamındadır.
Liseleri eğitim kalitesine göre kredilendirmeye tabi tutar, yani bağımsız bir “öz değerlendirme sistemi” teşkil edersek öğrencinin ortaöğretim başarısını ve notlarını üniversiteye girişte esas haline getirebiliriz.
Kredilendirme sistemine göre, mezuniyet notları kredi katsayı ile çarpılacağı (değerlendirileceği) için kalite (gerçek) puanlar ortaya çıkacak, okullar arasındaki farklar da belirgin hale gelecektir. Kredilendirme sistemi sadece liseler/meslek liseleri için değil, ilköğretim kurumlarında da uygulanarak öğrencileri meslek lisesi ya da liseyi seçmede değerlendirme kriteri olarak kullanılabilir.
Bu kredilendirme, liseler kadar ilköğretim okulları arasındaki rekabetin artırılması için çıkış noktası olabilir. Sadece okul idaresi ve veliler değil, o bölgenin idari mekanizmalarını da harekete geçiren bir unsurdur akretitasyon sistemi. Sonuçta gerçek bir rekabet ortaya çıkacak ve kısa bir süre içinde yurt çapında öğretmenler kendilerini yetiştirmeye başlayacaktır.
Efendim, seçim okullara bırakılırsa torpiller olur diyeceksiniz değil mi? Her okul torpile izin vermesi durumunda kalitesinin düşeceğini bilecektir. Buna izin verenlerin durumunun ne olacağı belli. Eğer ülkede kalite-akreditasyon sisteminiz işliyorsa kalitesiz okullar bir bir sahneden silincektir. Bir kısım insanlar torpille girecek diye bu endişe ile okullara seçme hakkı vermezseniz sistemin verimliliğini azaltmış olursunuz. Kalite liyakat –sistemini kurulduğunda kendilerini yenilemeyenler, gelişmelere ayak uyduramayanlar elenecektir.
Oluşturacağımız bağımsız doğrulatma sistemi eğitimimize ne gibi avantajlar getirecektir?
Her şeyden önce ölçme ve değerlendirme sağlıklı zemine oturacaktır. Merkezi sınavların kafaya yığılan kuru malumatın değerlendirildiği tek boyutlu sayısal değerlendirme esas olmaktan çıkacak, öğrencileri eğitim boyunca aldıkları puan ve notlara göre değerlendirme imkânına kavuşacaktır.
Çünkü oluşturacağımız doğrulama sistemi bilgiyi değil, beceriyi, düşünme gücünü, üretken- liği ve gelişimi öne çıkaracaktır. Bu çerçevede şu kriterler göz önüne alınabilir:
•Öğrenme merkezli aktif eğitimin gereklerinin yerine getirilmesi
•Üretkenliğin desteklenmesi
•Müfredat yapısının çağdaşlığı
•Eğitsel gelişme ve yenileşme özellikleri
•Öğretmen yeterliliği,
•Eğitim-araştırma, teknik imkân, teçhizat durumu ve uygulama imkânları.
Sonuçta okullarda uygulanan eğitimin kalite farklılıkları asgariye inecek, okullar arasında olumlu bir rekabet başlayacaktır. Eğitimcilerin kendilerini yenileme ve geliştirme süreci içine girmeleri de böyle bir uygulama ile sağlanabilir.
Sonuç olarak ne diyeceksiniz?
Öğrenci seçme sisteminin ıslahında anahtar nokta merkezi sınavların üniversiteye yerleştiren nihai kurum olmaktan çıkarılmasında düğümleniyor. Öğrenci seçme sisteminin "ya başar, ya öl" uygulamasından kurtarılmalı; yılda üç beş defa yapılabilmelidir. ÖSS'nin üniversite ilgili bölümüne kabul için parametrelerden sadece birisini teşkil etmelidir
YGS/LYS sınavındaki ölçme değerlendirmenin ne olduğunu az çok bilen bilir ki, parametrelerden sadece birisidir. Bunu farketmedikçe ve dünyanın bu işi nasıl yaptığını görmedikçe ya ol ya öl tarzındaki bu sınav uygulamasının eğitimi işlevsiz hale getirecektir. Bu bir yana çok boyutlu bir nesneyi tek düzlemde ve boyutta değerlendirme yanlışlığıdır ve birbirine çok yönlü bağlı eğitimi ve insanı merkezi sınavların tek boyutlu sayısal değerlendirmesi ile sınırlandırmaktır.
SamanyoluHaber