Uzun zamandır unutulan eğitim sistemimiz çok şükür ki dün hatırlandı. 12 Eylül 1980’den evvel bir zamanlar sınavsız olarak üniversitelere giriş vardı. Hatta yakın zamana kadar liselerde bile sınavsız giriş vardı. Maalesef bunlar artık hatıralarda kaldı. Böyle giderse ortaokullarda bile sınavla giriş sistemi (OGS) gelmezse şaşmayalım. Her ne kadar olsa bile yine de ümitsiz değilim, çözülemeyecek hiçbir problem yoktur. Yeter ki meseleyi bir problem olarak kabul edip çözüm algoritmasını oluşturduktan sonra programı gerçekleştirip RUN ile yürütülmesini sağlamaktır.
Ölçme ve değerlendirme
Mevcut sınavlar olmazsa öğrenciler arasındaki bilgi farkını nasıl ölçüp değerlendireceğiz diyebilirsiniz. Ben de derim ki; bu bir zaruret değildir. 16 yıl boyunca yetiştirdiğimiz bir öğrenciyi nasıl ölçüp değerlendiremiyoruz diye sorarım. Eğer biz okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise eğitim süreçlerinde bir öğrenciyi ölçüp değerlendiremiyorsak konuda istekli değiliz demektir. İstediğimiz şey; basit ve işi sona bırakan tembellerin işi olan son gün sınavıdır. Halbuki öğrencilerimiz 16 yıllık eğitim süreçlerinde her kademede kabiliyetlerine göre değerlendirilerek her öğrencinin bir kişisel yetenek tablosu ve buna bağlı geniş bir data altyapısı oluşturularak kayıt altına alınabilir.
Sınavsız sistem daha önce de vardı
Sınavsız sisteme ülkemizin bilişim ve internet alt yapısı ve diğer fiziki koşulları gayet derecede yeterli durumdadır diye düşünüyorum. 1980’den evvel bizden büyük olan ağabeylerimizin nasıl üniversiteye girdiklerini sorduğumuzda, isteyen öğrenci mezun durumda ise elindeki mezuniyet notuna göre istediği bir üniversitede kendisine uygun olan bir bölümü tercih etmede serbest olduklarını, hatta her bir üniversitenin yerleştirme sistemleri farklı tarihlerde olduğundan birden fazla yere arka arkaya başvuru yaptıklarını söylemektedirler. Hatta bugün bile ülkemizde yaşayan yabancı uyruklu misafir öğrencilere bile sağlanan imkânlar ile son beş yıldır isteyen öğrenci istediği üniversitenin değişik tarihlerde açmış olduğu YÖS (Yabancı Öğrenci Sınavı) sınavlarına istediği sayıda girebilir. Yeter ki sınava hazır ve zaman olarak müsait olsun. Bu şekilde ülkemizde YÖS sınavlarından birine girip yeterli puan alan bir öğrenci daha sonra üniversitelerin açmış oldukları kontenjan sayısına ve elindeki puana göre kendisine uygun bir bölüme rahatlıkla girebiliyorlar. Bahsini ettiğim bu sistem geçmişte kendi vatandaşımıza uygulanan öğrenci seçme ve yerleştirme sisteminin hemen hemen aynısı gibidir.
YÖK ve ÖSYM
1980’den sonra kurulan Yüksek Öğretim Kurumları (YÖK) ile birlikte Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin (ÖSYM) ihdas edilmesi ile sınav maratonları ülkemizde başlamış oldu. Öyle bir hale geldi ki artık ülkemizde sınav sektörü oluştu. Sınav sektörü ile birlikte sınavlara hazırlama kursları adı altında dershane sektörü meydana geldi. Akreditesi olan en büyük sınav sektörü ÖSYM olup hemen hemen birçok sınavı yapabilir durumdadır. Şimdiki sistemde bir şekilde adil olarak öğrencileri seçme ve yerleştirme konusunda bir sınav koordinatörlüğü olması gerekir o da ÖSYM’dir. Değişik zamanlarda ÖSYM’nin üzerine her ne kadar bir takım gölgeler düşmüşse bile yine de adil olarak sınavları gerçekleştirdiklerine inancımız tamdır.
Çocuklarımız ve gençlerimiz yarış atı değildir
Ama bizim asıl isteğimiz üniversite ve liselere giriş sınavlarının (LGS) ortadan kaldırılarak çocuklara ve gençlerimize rahat bir nefes aldırmaktır. Çocukluklarını ve gençlik çağlarını en verimli bir şekilde yaşayarak değerlendirmelerin sağlayabilmelerine imkân vermektir, aksi takdirde bu gençlerimizin sınav kıskacı içerisinde bocalayarak maddi ve manevi birçok kayıplara uğrayacaklarını şimdiden kestirmek zor değildir. Bu anlamda daha önceden de yeri geldikçe bu konu üzerinde birkaç makale ile yine kendi köşemde şahsen önemli tekliflerimiz olmuştu. 19 Temmuz 2019 tarihli yazımızda “Eğitim modelimiz nasıl olmalı”[1], ardından 15 Ekim 2019’da ise “Eğitimde fırsat eşitliği" [2] yazımızda ise önemli teklif, öneri ve dileklerimizi iletme imkânımız olmuştu. Konunun muhatapları olarak bu makalelere bir kez daha dikkatlice bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak isterim.
Bilişim ve fiziki alt yapı yeterliliği
Bir eğitimci olarak, halen ülkemizde yer alan üniversite ve bölüm sayılarının yeterli derecede olduğuna inanıyorum. Eğer sınavsız sistem getirilecekse mevcut üniversitelerin sayısı ve var olan bölümler, bölümlerdeki kontenjan sayıları imkânlar içerisinde artırılarak bu konuda katkı sağlamak mümkündür. Bu yıl üniversite sınavlarına 2,5 milyon gencimiz girmiştir. Arz ve talep dengesi gereğince bu kadar talebi karşılamak gerekir, o da mümkündür. Nasıl derseniz, hem fiziki mekânların genişletilmesi, hem de uzaktan eğitim modellerinin geliştirilmesi ve artırılması ile bu problem de aşılabilir kanaatindeyim. Hatta şunu ifade edebilirim; pandemi gibi zor bir dönemden geçerken uzaktan eğitim sisteminde ülke olarak gerek orta öğretim ve gerekse yüksek öğretim olarak başarı ile üstesinden gelmiştir. Bundan daha büyük projelere imza atabileceğini göstermiştir. Uzaktan eğitim tabi ki yüze yüze eğitimin yerini tutmaz ama son tecrübemizle şu kanaate vardım ki; uygulaması olmayan teorik derslerin bir kısmı uzaktan eğitim sistemi içerisinde örgün eğitim ile birlikte hibrit olarak verilebilir. Uzaktan eğitim konusunda yakın zamanda bir makale yazarak uygulanabilirliği mümkün olan bir takım düşünce ve görüşlerimi ve deneyimlerimi kamuoyuna aktarmayı planlamaktayım.
Yöneticilerimize düşen vazife
Ülke yönetiminde söz sahibi olan gerek iktidar ve gerekse muhalefet olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunan bütün temsilcilerimizin konu ile yakından ilgilenmelerini, ayağı yere basan bir çözüm yolu aramalarını ve acil olarak uygulamaya koymalarını öğrenciler ve gençler adına istirham ediyoruz. İnşallah önümüzdeki yıl olmazsa bile 2023 Türkiye’sinde özlenen ve beklenen bir tablo olacağı düşüncesiyle tüm okurlarıma ve gençlerimize Allah’tan muvaffakiyetler dilerim.
[1) https://www.risalehaber.com/egitim-modelimiz-nasil-olmali-20237yy.htm
[2] https://www.risalehaber.com/egitimde-firsat-esitligi-21408yy.htm