Mehmet Abidin Kartal’ın yazısı
İnsanların bu dünyada hayatlarını devam ettirebilmeleri için ihtiyaçlarını bilhassa gıda ihtiyaçlarını gidermeleri gerekir. İhtiyaçları karşılananlar huzurlu ve mutlu olurlar. Karşılanmadığında ise sıkıntı çektiklerinden, muhtaç olduklarından mutsuz olurlar.
Üretim faaliyetleri ihtiyaçların karşılanması için yapılır. Ekonomik hayatta üretimin meydana gelebilmesi için, üretim faktörlerinin bir araya gelmesi gerekir. İhtiyaçları gideren ekonomik mal ve hizmetleri üretmek için, hammadde, işgücü, sermaye, müteşebbis, teknoloji gibi faktörlere ihtiyaç vardır. Her hangi bir mal ve hizmetin üretimi için bu faktörlerden bir veya bir kaçının bir arada bulunması gerekir.
Herhangi bir sektörde mal veya hizmet üretimine katılmanın sonucunda gelir elde edilir. Bir ülkede üretime dönük reel yatırımların çok olması istihdamın artmasını da sağlar. İstihdamın artması, işsizliğin düşmesine gelirin daha fazla kişi tarafından paylaşılmasına sebep olur. Gelirin adaletli dağıtımını sağlamak ekonomi politikalarının en önemli görevleri arasındadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik toplum katmanları arasında huzursuzluklara ve bunalımlara sebep olur. Gelir dağılımında adaletin sağlanması refahın topluma yayılmasını sağlar İnsanlar arasındaki gelir dağılımındaki uçurum önlenmiş olur. Ekonomi politikalarının başarısının en önemli şartlarının başında, toplumda ekonomik adaletin sağlanmasıyla, refah ekonomisinin yaşanmasıdır. Ekonomik adalet sağlanmadan refaha ulaşamazsınız.
Üretimin düşmanı
Ekonomik hayatta üretime katılan gerçek ve tüzel kişiler işsizliğin düşmesine sebep olurken, gelirin daha fazla kişi tarafından paylaşılmasını sağlarken, elde ettikleri gelirin bir kısmını yeni yatırımlar yapmak, üretim kapasitelerini arttırmak için tasarruf yaparlar. Tasarruf, üretimi arttırmak, ekonomide büyümeyi gerçekleştirmek için en önemli kaynaktır.
Müteşebbisler yeni yatırımlar yaparken tasarruflar, firmanın öz kaynakları yetersiz kalırsa, bankalardan, finans kurumlarından kısa veya uzun vadeli kredi kullanarak borçlanırlar. Yapacakları yatırımların kaynağını borçlanarak karşılarlar. Bankalar işletmelere krediyi faiz karşılığı verirler. Kredi faiz oranlarının düşük veya yüksek olması yatırımların verimliliği ve üretime katkısı açısından önemlidir. Çünkü alınan kredilerle yapılan yatırımlar sonucu, elde edilen üretimin geliri kredi faizini karşılamıyorsa, işletme zarar eder. Zarar eden işletmenin üretim kapasitesi düşer. Üretimin düşmesi gelirin düşmesi, gelirin düşmesi işsizliğin artması, işsizliğin artması insanların fakirleşmesi demektir.
İnsanları fakir olan bir ülkede refahtan söz edemeyiz. Refaha giden yolun kaynağı üretim kurumaya terk edilmiş olur. Üretimin kaynağının canlı kalabilmesi, üretimin artması, ekonominin büyümesi için, kredi faizleri ile yapılan yatırımlar sonucu üretimden elde edilen gelirle kredi faizlerini ödedikten sonra, işletmenin kara geçmesi ile mümkündür. Müteşebbisin aldığı krediyi ve faizlerini ödeyememesi durumlarında krediyi veren banka kendisini garantiye almıştır. Banka verdiği krediyi ve faizlerini almak için işletmenin taşınır ve taşınmaz mallarına el koyma hakkına sahiptir.
Sonuçta ne olur? Ülkenin kalkınması, büyümesi için yatırım yapan işletmeler yok olurlar. Böyle olunca üretim düşer, gelir azalır, işsizlik artar, refah seviyesi düşer. Krediyi veren faiz kurumlarına hiç bir şey olmaz. Ekonomik hayatta geçerli olan bu kural yanlış bir uygulamadır. Yatırım yapan, üretim yapan, işsizliği azaltan, geliri arttıran, ülkeye döviz kazandıran müteşebbisler bu durumda cezalandırılmaktadır. Üretimin, yatırımın, istihdamın düşmanı faizdir. Bu düşmana müdahale edilmesi, reel ekonomiyi yaşatmaya yönelik tedbirlerin alınması elzemdir. Ülkenin ekonomi politikasının yönetiminden sorumlu olanların, Merkez Bankasının bu düşmanla ekonomik gerçekleri göz önünde bulundurarak savaşmaları gerekir. Nedir bu gerçekler. Cumhurbaşkanı Erdoğan yetkili kurumların ve kişilerin dikkatini çekmek için bu gerçekleri zaman zaman gündeme getiriyor.
Erdoğan katıldığı bir çok toplantılarda faizin, yatırımların ve istihdamın düşmanı olduğunu, enflasyonun en önemli sebebi olduğunu, faizin sebep, enflasyonun sonuç olduğunu, faizle enflasyonun doğru orantılı olduğunu, ters orantılı olmadığını, ülkemizde yatırımlar yapılarak üretimin artırılması için kredi musluklarının açık olması gerektiğini, kredi musluklarının açık olabilmesi için yüksek faizin olmaması gerektiğini ifade ediyorlar.
Üretimdeki maliyet artışlarına sebep olan birinci unsur yüksek faiz oranlarıdır. Üretimdeki maliyet artışları enflasyona sebep olur. Böyle bir durumda üretimde maliyetleri kısarak, düşürerek enflasyonla mücadele edilir. Maliyetleri düşürmek için kredi faiz oranlarının düşürülmesi gerekir. Kredi faiz oranlarının yüksek olması maliyetlerin yüksek olmasını, maliyetlerin yüksek olması da enflasyonun yükselmesine neden olur.
IMF ve faiz
Türkiye 1947’de üye olduğu IMF’den ilk defa 1958 yılında borç almaya başlamış ve uzun yıllar kamu açıklarını kapatmak için iç borçlanma yoluna gitmiş, iç borçlanma yetersiz olduğu durumlarda dış borçlanma yolunu seçmiştir. Borçlanma olayında, vadesi geldiğinde ödenecek borcun reel faiz oranının, borç alınan finansmanla elde edilen gelir oranından düşük olması istenilen bir durumdur. Türkiye IMF’den aldığı dış borçları verimli kullanmadığı, üretime aktaramadığı için devamlı borç alarak ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmiştir. Bu da ülke içinde kamu ve özel sektör yatırımlarının maliyetlerinin yükselmesine sebep olmuştur. Dış borç ve faiz tutarlarının artması, ülkeyi yatırım yapamaz hale getirmiştir.
IMF ne yapar? Ekonomisi kötü olan, zorda olan, üretim yaparak gelir elde edemeyen, memur maaşlarını ödeyemeyen ülkelere faizle borç para verir ve taksitlere bölerek tahsil eder. Eğer bir ülke IMF’den alacağı paraya mahkumsa bu durumda IMF ülkenin iç işlerine karışarak aldığı kararlarla yönetmeye kalkar. Türkiye maalesef doksanlı yıllarda bu duruma düşürülmüştür. Borcumuz o kadar yükselmiş ki taksitleri ödeyemez duruma gelmişiz. Borç aldığımız yerden emirde almaya başlamışız. Alınan bu emirlerle ülke ekonomisi yönetilmeye başlanmış. Sonuç, 1994, 1998,1999, 2001 krizleri Türkiye ekonomisini batırmıştır. 2001 krizinde para piyasalarında gecelik faiz oranı yüzde 7 bin 500’e çıkarken, hazine yüzde 144 oranında faizle borçlanıyordu. Enflasyon üç haneli rakamlarla ifade ediliyordu. Dövizle borçlanan vatandaşlar, işletmeler büyük sıkıntılar yaşıyor, şirketler iflas ediyor, işsizlik o kadar artıyordu ki, şirket patronlarının bile iş aradıkları, düştükleri durumlar haberlere konu oluyordu.
İnsanların ve ülkelerin ekonomik olarak zayıf yardıma muhtaç zamanlarını kollayıp onu istismar etmek demek olan ve ‘sen çalış, zahmet çek, ben yiyeyim’ prensibini esas kabul eden faiz üretimin, istihdamın, refahın düşmanıdır. Türkiye’nin doksanlı yılları bu düşmanla mücadele ile geçmiştir.
2002 seçimlerinde AK Partinin tek başına iktidar olmasıyla siyasi istikrar sağlanmış oldu. Siyasi istikrar ekonomik istikrar ve büyümeye sebep oldu. Ülke ekonomisi her gün iyiye gitmeye başladı. Türkiye, ‘Sen çalış, zahmet çek, ben yiyeyim’ prensibi ile çalışan, ülkeleri soyan IMF’ye olan borcunun son taksitini 14 Mayıs 2013’te ödeyerek borçtan kurtulmuştur.
İstikrarlı büyüyen bir ekonomi için, reel üretime yönelik yatırımların artırılması gerekir. İstihdam sorununun çözümü de reel üretimdeki artışlara bağlıdır. İş adamları bir işe yatırım yapmadan önce, bu işten ne kadar gelir elde edeceklerini tahmin etmeye çalışırlar. Bu gelir ile kredi faiz oranı karşılaştırılır. Gelir, faizden yüksekse yatırım yapılır, düşükse kredi alınmaz sonuçta yatırım yapılmaz. Bir ülkede mevduat faizlerinin yüksek olması, kredi faizlerinin de yüksek olmasına neden olur. Mevduat faizleri düşürülmeden kredi faizleri düşmez. Kredi faiz oranlarının yüksek olması yatırımları azaltır. Yatırımların azalması üretim kapasitesinin düşmesine bu da gelirin düşmesine sebep olur. Ülkemizde kredi musluklarını ellerinde tutan kurumlar, bankalar, yatırımcılara kredi verirken faiz oranlarını düşük tutmaları, ekonomik büyüme, istihdam sorununun çözümü, milli gelirin arması, refahın yaygınlaşması açısından önemlidir.
Negatif faiz ve faizsiz sistem
Bankalar mevduatlarının bir kısmını Merkez Bankasındaki cari hesaplarında tutmak zorundadırlar. Merkez Bankaları bankaların rezervleri için faiz ödemesi yapmaktadır. Ekonomik hayatı canlandırmak, yatırımları artırmak için bazı ülkeler para politikası aracı olarak negatif faiz uygulaması yapmaktadırlar. Bu uygulamada Merkez Bankaları bankaların kendisinde tuttuğu cari hesaplarına uyguladığı faizi eksiye düşürüyor. Merkez bankası, bankalara şöyle diyor. "Bana yatırdığın para için faiz vermem, üste para alırım. Bu parayı bana yatıracağına, yatırımcılara kredi ver" mesajı veriliyor. Bu uygulamada müteşebbislerin kredi faiz oranları düşürülerek, borçlanma maliyetlerinin düşürülmesi ve alınan kredilerin artırılarak yatırıma yönlendirilmesi hedefleniyor. Danimarka, İsveç, Japonya, İsviçre, Avrupa (ECB-Avrupa Merkez Bankası) bu ülkelerin Merkez Bankaları negatif faiz uyguluyor.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası yatırımların ve bilhassa reel üretime yönelik yatırımların artırılması için, Negatif Faiz üzerinde ciddi çalışmalar ve analizler yaparak uygulamaya koymalıdır.
Türkiye’de daha düne kadar ekonominin temeli faiz üzerine kurulduğu için esnaf, sanayici, işletmeci ve ticaret erbabı çalışma alanını geliştirmek ve genişletmek için, vatandaşlar da ev, araba ihtiyaçlarını karşılamak için bankalardan faizle kredi almaktan başka bir çare göremiyorlardı.
Ülkemizde 1984 yılında özel sektör tarafından kurulmaya başlayan, 2015 yılından itibaren de kamu sektörünün piyasaya girmeye başlamasıyla mevcut pazar payı gitgide artan “finans kurumları”, şimdiki adıyla “katılım bankaları” faizsiz alternatif bir çözüm olarak karşımızda duruyor.
Tüketimi değil üretimi teşvik eden, işletmelere faizsiz kaynak kullanma, fon kullanma imkanı sağlayarak ekonomiye can suyu veren faizsiz sistemin Türkiye ekonomisinin itici gücü olacağı bir gerçektir. Bunun için devletin faizsiz enstrümanları kullanan katılım bankalarına ciddi destekler vermesi gerekiyor.
Sözün özü
Faiz üretimin, istihdamın ve refahın düşmanıdır. ‘Sen çalış, ben yiyeyim’ prensibi ile çalışan faiz sistemi ekonomik ve sosyal hayatta krizleri meydana getirir. Faiz kurumları, bankalar topladıkları mevduatlara belli oranlarda faiz verirler. Parası olan hiç riske girmeden bankaya yatırarak faizle para kazanır. Bankalar topladıkları mevduatları riske girerek yatırım yapan, üretim yapan iktisadi işletmelere mevduatlara verdikleri faizden daha yüksek oranda faiz koyarak kredi faizi olarak satarlar. İktisadi işletmelerde kar edebilmek, hayatiyetlerini devam ettirebilmek için ürettikleri malların maliyet fiyatına aldıkları kredi faiz oranını eklemektedirler. Böylece yüksek kredi faizi ile üretilen mal daha pahalıya mal edilmekte ve satılmaktadır. Sonuç fiyatlar yükselmekte, faiz sebep enflasyon sonuç olmaktadır.
Çözüm, faizsiz çalışan ‘Katılım Bankaları’ devlet tarafından uygulanacak politikalarla ciddi olarak desteklenerek, faizsiz ekonomik faaliyetlerin ekonomi içindeki payının yükseltilmesi elzemdir. Böylece milletimizi faiz illet ve haramından korumuş hem de dinimiz İslamiyet’in güzelliklerini, iyiliklerini insanlığa göstermiş oluruz.
Not: Bu makale Küresel Stratejik Rekabet dergisinin, Haziran 2017, Sayı. 2 Cilt:1, Sayfa 17-20’de yayınlanmıştır.