Hz. İbrahimin Nebevi Sahnesinde Bediüzzaman’ın Büyük Talebeleri; Hulusi Bey, Ceylan Abi, Abdullah Yeğin Abi, Hüsnü Bayram Abi, Zübeyir Abi, Badıllı Abi’nin Babası Abdurrahman Bey.
Sonsuzluk Kervanı
Sonsuzluk Kervanı, "peşinizde ben,
Üç ayakla seken topal köpeğim!"
Bastığınız yeri taş taş öpeyim.
Bir kırıntı yeter, kereminizden!
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben...
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...
Ufuk önlerinde bayrak kulesi.
Bu gidenler Altun Kol Silsilesi;
Ölçüden, ahenkten daha güzeller.
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat!
Köleniz olmakmış gerçek hürriyet.
Ölmezi bulmaksa biricik niyet;
Bastığınız yerde ebedî hasat.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat...
Buradaki ben zamirinin yerine herkes kendini koysun, öyle de olsun.
Necip Fazıl’ın bu şiirini Urfa’daki Nurun büyük talebelerini düşünerek okumak gerektiği için bu şiiri onun başına aldık. Çünkü onlar sonsuzluk kervanının ahir zamandaki büyük cengaverleridir.
Urfa’da nur medresesini meydana gelmesini şiddetle ister Bediüzzaman. ”Şimdi Şam’a Halep‘e yakın olan Urfa’da bir medrese-i Nuriye ileride teşekkül etmesini kuvvetle ümid ediyoruz. Kılıç Ali ile beraber eski Said’in gayet kıymettar bir talebesi olan Şam’daki Molla Abdülmecit, Urfa’daki Nur’un talebelerinden Seyyid Salih ve onun yanına giden nurun fedakar bir talebesi ile muharebe etsinler” der.
Bediüzzaman Urfa’ya daima önem verir, en has talebelerini oraya gönderir. Ceylan Abi, Abdullah Yeğin Abi, Hüsnü Bayram Abi ve Zübeyir Abi. Hulusi Abi bunların hepsinden önce Urfa’da görev yaparken gittiği her yerde Risale okur.
Bediüzzaman Urfa’daki bir kısım talebelerine gönderdiği mektupta Urfa hakkındaki hislerini açıklar. “Cenabı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki Seyyid Salih gibi gençliğin bir kahramanı ve o havalinin çok kıymettar ve hamiyetkar ve dindar iki milletvekili Nurlara sahip çıkmaya başladılar. Ben de kendi paramla aldığım ve zehir hastalığının fazla rahatsızlığı içinde tashih ettiğim bana mahsus bir kısım mecmualarımı onlara gönderiyorum. Çok yerlerden ve çok mühim zatlardan istedikleri halde ben Urfa’yı her yere tercih ediyorum. İnşallah bir kısım daha onlara göndereceğim.” (Emirdağ 280)
“Seyyid Salih ve hamiyetkar milletvekilleri orada inşallah Kur’a ve imana tam hizmet edecek ve orayı Isparta’daki Medresetüz Zehra ve Mısır’daki Camiül Ezher‘in küçük bir nümunesi haline getirmeye vesile olmaya ve Şam ve Bağdat‘taki medrese-i islamiyenin bir nümunesini açmaya yol açmalarını rahmet-i ilahiyeden ümid ediyoruz.
Hem madem Risale-i Nur’un mesleği hıllettir ve Urfa ise Halilullah’ın bir menzilidir. İnşallah hıllet-i İbrahimiye parlayacaktır. Bütün Urfa halkına, çoluk çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah dua ediyorum ve bütün Urfalılara selam ediyorum. Urfa taşı ile toprağı ile mübarektir, ben çok hastayım onlar bana dua etsinler.” (Emirdağ 410)
Urfa’da ilk Risale-i Nur talebesi görevini Hulusi Abi yapar. 30 Eylül 1948’de Urfa Askerlik Dairesine nakli yapılır. Burada üç buçuk sene kadar kalır, mümkün olan heryerde Risale-i Nur okur. Urfa’da 11 ayrı şubenin bağlı bulunduğu birimin başında bulunur. 1948-50 yılları arasında Urfa’da yine her kesimden insanlarla irtibat kurup dersler yapar. Özellikle eşraftan bir gurupla devamlı bir araya gelirler, bunlar arasında Hacı Mehmet Ali Eren, Hacı Dede Hayırlar ve Hacı Mustafa Ergun ön sırada olanlardır. Dindar bir subay olduğundan dolayı yediden yetmişe Urfa’da herkesin saygısını, sevgisini kazanır. Urfa’dan ayrılacağı zaman halk sokaklara dökülür. Kendisini yolcu etmeye gelen büyük bir kalabalık, Mevlevihane’nin arkasında geniş alanda toplanır. Hulusi bey onlara kısa bir veda konuşması yapar. Yakın alakalarına teşekkür edip haklarını helal etmelerini söyler, ardından bu zamana kadar yaptığı derslerin kendinin değil Üstad Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatından olduğunu söyler. Tokalaşmak için halk adeta kendine hücum eder. 1919 Urfa’nın kurtuluşunda da burada görev yapan Hulusi bey‘in Urfa’dan ayrılışı hüzünlü olur, çünkü hem askerliğe veda etmekte, hem de peygamberler şehrindeki güzel hizmet görevinden ayrılmaktadır.
Bediüzzaman Ceylan Ağabeyi, Abdullah Ağabeyi, Zübeyr Ağabeyi, Mustafa Sungur Ağabeyi Urfa’ya hizmet için gönderir.
Üstad manevi askerlik için Ceylan’ı iki ay Urfa’ya tayin eder. “Tam tam kardeşim Ceylan Urfa’ya gidip hizmet etsin” der. Ceylan Üstad’ın talimatı üzerine Urfa’ya gider, orada gece gündüz dersler yaparak hizmete devam eder. Hatta bir ara emniyetin dikkatini çeker, polisler ifadesini alırlar, fakat bir şey çıkaramazlar.
Ceylan’ın Urfa’ya ilk gelişi değildir bu. Daha önce de Üstad tarafından defalarca Urfa’ya gönderilmiştir. Bir defasında da Salih Özcan’ların evinde misafir kalır. Ceylan’ın Urfa’ya ilk gelişini Vahdettin Gayberi anlatır: “Bir gün çok genç ve nurani yüzlü, hayatta hiç görmediğim ve hemen içimden büyük bir yakınlık ve aşinalık duyduğum birisi, dükkanın tezgahını eliyle açarak içeri girdi. Emirdağ’da Üstad’dan geldiğini bildirince heyecan ve iştiyakımız daha da arttı. ‘Ben Ceylan Çalışkan’ diye kendini tanıttı. Sık sık sohbet yapmaya başladık.”
Ceylan, Üstad’ın Ankara ve İstanbul seyahatlerinde yanında bulunamadığı gibi son Urfa yolculuğunda da bulunamaz. Üstadın vefat haberi Emirdağ’a ulaştığında “Üstad’a bu kadar hizmet ettiğim halde son anında yanında bulunamadım” diye hüngür hüngür ağlar. Emirdağlı Nur talebeleri ile birlikte tuttukları otobüsle Urfa’ya doğru hareket ederler. İzdihama sebeb olur endişesiyle cenaze namazı valilik tarafından bir gün önceye alınınca namaza son anda güçlükle yetişebilir.
Bir gün Urfa’dan Isparta’ya baklava gelir, bekleyen baklavaya Ceylan Ağabey üzülür. Yemek için Bayram Ağabey’e söyletmiş “Efendim baklava bozulacak” der. Üstad “peki öyleyse bozulmayacak yere gönderin” demiş. Onlar da hemen yemişler. Biraz da çok kaçırmışlar. Üstad hemen testiyi verip Sidre’den su getirmesini ister. Bayram Ağabey Ceylan geldiğinde “eskiden erken gelirdi, yirmi dakika geç geldi, kiminle konuştu” diye tekrar göndermiş. Gelince bu defa, “Beş dakika geç kaldı”, deyip tekrar geri göndermiş. Baklavayı böylece hazmettirmiş. Ceylan Ağabey doğuda askerken Üstad onu Urfa, Siirt taraflarına vazifeli olarak gönderir.
Üstad’ın Urfa’ya yolculuğunda Zübeyir Abi Emirdağ’a bir telgraf çeker, telgraftan Üstad iyileşmiş Urfa’ya varmış, diye sevinilir.
Bediüzzaman Afyon Hapsinden tahliyeden sonra Ceylan’ı Urfa’ya gönderir. Altı ay Urfa’da kalır. Hizmetlerin gelişmesine çabalar. Genç yaşından dolayı takib edilir, başına geleceklerden dolayı kardeşler endişe eder, onu geri çağırtırlar.
Ceylan Abi, askerlik sırasında Urfa’ya gittiğinde Bediüzzaman’ın ona verdiği bir not vardır, notta şöyle yazar: “Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selam olsun.” Urfa’ya gittiğinde bu notu orada bulunan mühim bir Nakşi şeyhine gösterir. Şeyh bunu görür görmez, hemen Ceylan’ın elinden kapar. “Üstad bunu benim için yazmış” diyerek hürmetle alır cebine koyar.
Ceylan Ağabey, Abdullah Ağabey’e telgraf çektirir “Üstad Isparta’da yalnız” der. Abdullah Ağabey, “Isparta‘ya gittim, yanında Vahşi Şaban, Küçük Ali Efendi vardı. Bana ‘ben yalnızım diye seni çağırmışlar, ben yalnız değilim, sen orayı yalnız bırakma tekrar Urfa’ya git” der.
“Gitmişken Üstad’ı Urfa’ya davet ettim. Bana dedi ‘Orada Risale-i Nur yok mu. Risale-i Nur varsa bana ihtiyaç yoktur, Risale-i Nur olan yerde Risale-i Nur benim vazifemi yapar. Tekrar ettim ‘Üstad’ım gelmeyecek misiniz’, ‘ne geleceğim’ dedi ‘ne gelmeyeceğim.”
Zübeyr Abi, Üstad’ın vefatından sonra Urfa’da kalır. 27 Mayıs’tan sonra mecburen Urfa’dan çıkartılır, İstanbul’a geçer.
Abdullah Yeğin Ağabey’in Urfa yıllarından Servet Armağan bahseder. “Ortaokul son sınıfta ve lise çağlarımda namaza başladım ve ilk defa kendi ayağımla Abdullah Yeğin Ağabey’in yanına gittim. Abdullah Ağabey Balıklıgöl kenarında bulunan Rıdvaniye Camisinde kalıyordu. ‘Ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz’ diye yanına oturdum. Tabii ben daha önceden Bediüzzaman ismini duymuştum, orada Risale-i okunduğunu da biliyordum. Daha geriye gidersek ortaokul çağlarımda Süleyman Cengiz isminde Urfalı bir okul arkadaşım bana Eşref Edip‘in yazdığı Bediüzzaman’ın küçük Tarihçe-i Hayatını vermişti. Daha sonra risaleleri temin etmem Abdullah Ağabey’den oldu. Abdullah Ağabey’in kaldığı bu Rıdvaniye Camii, Urfa’nın bir sembolüdür. Urfa’yı tanıtan TV programlarında mutlaka bu cami görüntülenir, o zaman terk edilmiş yıkık ve bakımsız hücreleri vardı. Bu camiide Abdullah Ağabey dersler yapmaya başladı. Dersten sonra namaz kılar evimize giderdik, ağabey içerde kalırdı. İşte bu derslerin benim çocukluk ve gençlik ruhumda müsbet tohumlar ektiğini sonra fark ettim.”
“Urfa medresesi dahilinde bir ev de Abdülkadir Badıllı‘nın babası Abdurrahman Bey’dir. Evini derslere açar, Badıllı aşiretinden. Yakışıklı uzun boylu bir adamdır. Pazar günleri evinde öğlene kadar dersler yapılır. Aşiret reisi olduğu için cesurdur. Bastonla gezer, nüfuzlu, asabi bir adamdır. “Nurculara hiç kimseye söz söyletmem“ derdi. Bir müddet onun derslerine devam ettim.”
Hüsnü Bayram ve Zübeyir Abi Urfa’da hizmete devam ederler. 1953 başlarında nurculuk yapmak, çoluk çocuk okutmaktan tevkif edilir, Isparta’ya götürülürler. İki ay hapis yattıktan sonra tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakılırlar. Zübeyr Abi‘yi Üstad yanında tutar, Bediüzzaman 1953 yılı yaz aylarında Hüsnü Bayram ve Abdullah Ağabeyi tekrar Urfa’ya gönderir. Hüsnü Ağabey bir süre sonra Üstad’ın yanına döner.