Röportaj: Mustafa Oral
RİSALEHABER
M. ORAL: Sizi Risalehaber’deki yazılarınızdan tanıyoruz. Bir de sizden dinlemek isteriz. Kimdir Şahin Doğan?
Şahin DOĞAN: Her şeyden evvel böyle bir mülakat imkanı sağladığınız için bilhassa teşekkür ederim. Bir insanın hakiki şahsiyetini kendisinin anlatması çoğu zaman mümkün değildir. Soruda mündemiç olan sanırım herkesin merak ettiği bazı kaba çizgiler. Onun da çerçevesi az buçuk bellidir: 1978 yılında Urfa’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi burada tamamladım. 2000 yılında hiç istemediğim halde girdiğim Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Ana Bilim dalından zor da olsa 2004 yılında mezun oldum. 2004-2007 yılları arasında Şanlıurfa Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı çeşitli okullarda vekil öğretmenlik yaptım. 2007 yılında Kültür Bakanlığı’na bağlı Yozgat Müze Müdürlüğü’ne, çok meşakkatli bir çalışma sonucu, atandım. 2009 yılında oradan Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’ne geçtim. Oradan birkaç aydır Şanlıurfa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne atandım. Halen burada Sanat Tarihçisi (Müze Araştırmacısı) olarak görev yapıyorum. Dergah, Türk Edebiyatı, Yediiklim, Yolcu, Bilge Adamlar, Şurkav gibi edebiyat/düşünce dergilerinde ve Yeni Şafak, Taraf, Milat gibi ulusal gazetelerde yazılarımız yayınlandı. Urfa’da çıkan İpekyol gazetesi ve Risale Haber'de düzenli olarak haftada bir yazılarımız çıkıyor. Evli ve iki çocuk babasıyım. Kaba çizgiler bunlardan ibaret sahici olanına gelince onları yazmak benim işim değil okuyucularımın takdiri. Varsa şayet.
M. ORAL: Şanlıurfa Arkeoloji Müzesinde Sanat Tarihçisi olarak görev yapıyorsunuz. Urfa’yı en iyi bilenlerdensiniz. Bunu “Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa” isimli kitabınızla gösterdiniz? Kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
Şahin DOĞAN: Teşekkür ederim. Urfayı tanıyan çok değerli simalar var. Mesela Cihat Kürkçüoğlu. Kitapta da belirttiğim üzere bence Cihat Hoca şehrimizin Reşat Ekrem Koçusudur. Biliyorsunuz Koçu, yarım kalmış İstanbul ansiklopedisinin yazarıdır. Yani sizin anlayacağınız Urfa’yı tanıma konusunda benden önce çok daha talihli isimler var. Bizimkisi bir parça öğrencilik. Kitabı yazma fikrine gelince orası birazcık enteresan. Zihnimde önceden kurguladığım bir şehir kitabı yoktu. Bunu açıkça itiraf etmem gerekir. Ama şehir üzerine yazılan kitaplara karşı özel bir ilgimin olduğunu da inkar edemem. Mustafa Kutlu abinin editörlüğünü yaptığı Dergah Dergisinde deneme mahiyetinde birkaç yazım çıktı. Bir gün Mustafa abiden bir mesaj aldım. Mesajda Urfa üzerine Tanpınar gibi yazılar yazmamın benim için daha uygun olacağını söylüyordu. Ben de hiç hesapta yokken başladım yazmaya. İlk yazımı (Rıdvaniye Camii ve Medresesi etrafında) bitirdim ve Dergah’a gönderdim. Mustafa abi yeni bir Tanpınar doğuyor edasıyla bu yazıyı çok beğendi ve şayet böyle devam edersem İkinci bir “Beş Şehir” çıkabileceğini büyük bir sitayişle söyledi. Tabii bu övgüler yıllardır iltifata susuz yaşamış benim gibi taşralı bir yazı heveslisi için inanılmaz teşvik ediciydi. Sonrasında diğer yazıları gönderdim. Hepsine sağ olsun aynı alakayı gösterdi Mustafa Hoca. Kitap, belki istediğimiz gibi olmadı, “Beş Şehir” çapında hiç olmadı ama yine de Urfa da henüz denenmemiş bir çalışma olması bakımından önemli. Kısacası kitabın mucidi ben değil Mustafa Kutlu. Benim biricik istediğim bu işten anlayan birkaç duayenin eleştiri babında olumlu veya olumsuz birkaç kelam etmesiydi. Çok şükür o da oldu. Mustafa hocanın yanı sıra ikinci bir duayen olan Sadık Yalsızuçanlar da aynı sitayişlerle “çok çok iyi bir çalışma” dedi.
M. ORAL: “Urfa’da doğmakla Urfalı olmak aynı şeyler değil” diyorsunuz. Biz Urfa’yı görmedik. Nedir Urfa’nın İslam ve insanlık tarihindeki yeri?
Şahin DOĞAN: Belki sizin için şaşırtıcı olacak ama bana göre Türkiye de İstanbul’dan sonra ikinci şehir olarak Urfa gelir. Urfa’nın mümeyyiz vasfı tarihi ve kültürel dokusunu hala koruyor olmasıdır. Roma döneminden kalma kaya mezarlarından tutun, Göbeklitepe, Balıklıgöl ve yörenin en gözde sivil mimarisi olan eski tarihi evlere varıncaya kadar hepsinde ayrı hususilik, bir renklilik var. Gerçi modernleşme denen canavar birçoğunu tanınmaz bir duruma getirdi ama bütün bu tahribata rağmen bilhassa kaleden bakında o muhteşem tarih okunuyor hala. Şehrin İslam ve insanlık tarihindeki rolünü anlatmak bu mülakatın imkanlarını çok zorlar. Sadece şu kadarını söyleyebilirim: Urfa, üç büyük semavi dine kutsal mekan olmuş nadide bir şehir.
M. ORAL: “Şehir kıskançtır, yüzeysel bakan bir göze hemen açmaz mahremini” diyorsunuz. Sizin gibi derinlemesine bakabilseydik Urfa’da mahrem olan neler görürdük?
Şahin DOĞAN: Çok güzel ve sorulması gereken yerinde bir soru. Kitabın ismini önceleri “Urfa’nın Mahrem Tarihi” koymayı düşünüyordum ama nasip olmadı. Yoğun müzakereler mezkur isimde karar kılmamıza vesile oldu. Urfa’nın modernliğin vurduğu bazı şeyler istisna edilecek olursa her şeyi mahrem. Aslında bu manada her şehir bir parça mahremdir. Daha doğrusu “özel mahremdir”. Tarihi mekanlar mahremiyet havası veren yerlerin başında gelir. Kitabı okuyan bazı arkadaşlardan aldığım ilk intiba da bu istikamette. Onlarsız bir mahremlik mümkün değil. Bence bunların başında Rıdvaniye Camii gelir. Kitapta zaten uzunca bahsi geçti. Belki de mahrem bir yaşantılar yumağı olduğu için öyle ama eminim orada bir ikindi vakti namaz kılabilen her uyanık kalp için durum aynıdır. Çünkü diller ve tarihsellikler ayrı olsa da ruhsallıklar yani maneviyat umumiyetle aynıdır, değişmez. Bir de Eski evlerden müteşekkil arka sokaklar arasında birazcık gezinti maddenin ardında saklı duran manayı sezmemiz için çok uygun bir hareket. “Urfanın mahrem tarihi” bu sokaklar arkasında gizli çünkü. Orada her şey var: Hüzün, melal, coşku, ibadet, dava, medrese, tekke, günlük sıradan yaşam, insanlar, çocuklar, yaşlılar, dilenciler, deliler… hepsi. Özellikle deliler ve mecnunlar çok şayan-ı dikkattir. Kitabın içine “Urfa’nın meşhur delileri ve meczupları” başlıklı bir yazı koymayı düşünmüştüm ama olmadı, yazı yarım kaldı. Çünkü bu şehre derinlemesine bakınca onların o mahrem talihini görmeden edemezdiniz. Bir şehri şehir yapan bunlardan başka ne ki! Kitabımızın “Arka Sokaklar Arasında” bölümünde bir nebze vurgulamaya çalıştığımız bu duyguydu ama bu kısım için bir şey söyleyen olmadı henüz. Sadece Mustafa Kutlu taltif makamında birkaç kelam etti. Hepsi o kadar. Umarım o bölümü anlayacak ve aynı duyguları paylaşacak talihli okuyucularımız çıkar. Ne de olsa insan iltifata susuz.
M. ORAL: Tanpınar “Beş Şehri”, Mustafa Armağan “Bursa Şehrengiz”ini, Orhan Pamuk “İstanbul”u yazdı. Bildiğimiz kadarıyla bu minvalde “Urfa” yazılmadı. Urfa’yı yazarken usul, üslup ve esas olarak etkilendiğiniz yazar veya kitaplar oldu mu?
Şahin DOĞAN: Tabii ki oldu. Yahya Kemal, Tanpınar, Orhan Pamuk, Ahmet Turan Alkan, Beşir Ayvazoğlu… bu isimlerin her birisiyle ayrı bir masalım var. Bu hususta hepimizin Üstadı hiç kuşkusuz ki Ahmet Hamdi Tanpınar. Bana kalırsa “Beş Şehir” adlı klasik aşılabilmiş değil hala. Tanpınar “arafta” bir yazar ve birçok değerli çalışmaya konu olmasına rağmen yeterince anlaşılabilmiş değil henüz. Gerçi hiçbir kıymetli yazar tam olarak anlaşılamaz. Çünkü kelimelerde bize yansıyan sadece ruhunun bir parçası diğeri ruhun derinliklerinde kalır onunla birlikte mezara gider. Yazarken bilinçli bir şekilde belirli bir üslup takip ettiğimi söyleyemem; kalem nereye akarsa oraya giderim. Ama farkında olmayarak mezkur üstatların tesirinde çok kaldığım oluyor. Bazı arkadaşlar Cemil Meriç etkisi var diyor. Doğrudur. Bence etkilenmek normal. Önemli olan motamot taklit etmeden etkilenmek. Biliyorsunuz hiç kimse babasız değildir. Her insan bir kültür ortamının çocuğudur. Asıl başarı genel çizgilerden ibaret olan bu ortamdan kendine has bazı özel çizgiler inşa edebilmek. Büyük yazarların ayırt edici vasfı bu kanaatimce. Hangi üslubun ruhumuza daha uygun olduğunu önceden bilemez kimse. Bir şeyler koyar ortaya sonra anlaşılır her şey. Kitabımız, soruda bahsi geçen edebi silsilenin mütevazi bir devamı olabilirse ne mutlu bize!
M. ORAL: Anlatılan mekânların fotoğraflarına da yer verilmiş. Yazının fotoğrafı yetmedi mi? Niçin fotoğraflarla destekleme ihtiyacı duydunuz?
Şahin DOĞAN: Modern şehir kitaplarının başat özelliği görselliğin ön planda olmasıdır. Şehrin kendisi görselliğin somutlanmış bir halidir zaten. Başka eserlerde iğreti duran bu durum şehir kitaplarına tarifi zor bir sevimlilik katıyor. Bilhassa siyah/beyaz fotoğraflar metne yardımcı olur, anlatımı daha da zenginleştirir. Eskilik duygusunun daha güçlü bir biçimde hissedilmesine olanak sağlar. Melankolinin habercisidir. “Manzaranın güzelliği hüznünde yatar” diyor Ahmet Rasim. Bu hüzün duygusunun en fazla hissettiren siyah beyaz fotoğraflardır. Daha doğrusu gravürlerdir. Bu minvalde kaleme alınmış olan bütün eserlere bakın aynı şeyi görürsünüz. Eski zaman eserlerinde mesela seyahatnamelerde bu yardımcı unsuru minyatürlerle telafi etmeye çalışılmış. Minyatür Sanatı Tarihi bu hususta çok verimli bir malzeme serer önümüze. Özellikle Orhan Pamuk’un “İstanbul”u duayen fotoğrafçı Ara Güler’in muhteşem fotoğraflarıyla desteklenmesi esere bambaşka bir hüviyet katıyor. Bizim fotoğrafların büyük çoğunluğu ise Cihat hocanın arşivinden alınma. Onun Büyükşehir Belediyesi tarafından basılan “Fotoğraflarla evvel zaman içinde” isimli çok güzel bir kitabı var.