Hakikatin incitilmesi ürkütüyor; onun incinmesi varlık temellerinin sarsılması demek. Mühlet iyi okunmadığında ülfeti çoğaltıyor, sonrası sıradanlık ve alışkanlık esareti.
En olmaması gerekenler olağan olmaya başlıyor; siyahın ve beyazın keskinliği grinin eriticiliğinde eriyor. Çok çok oluyor belki ne ki bir işe yaramıyor; yaramazlıklar çoğalıyor, siyah noktalar beyazlığı azaltıyor.
Yaşanmayan gerçeklik gürültü ve slogana dönüşüyor; kim dinler, kim alıcı olur ona? Sükûtun derinliğinde söylenen hikmet duyulmaz oluyor gürültüde; görüntü ayrı bir gürültü!
Demek böyle oluyor; uyutan ve ayartan bir ülfet. Bundan nasıl uyanılır, cevabı ürkütüyor.
Soru sorma cesaretini yitirmek sorunların büyüklüğünü gösteriyor; uzakta değil içte ve derinde sorun, düşman da öyle!
Ülfet almış yürümüş; o da öyle, bu da böyle; öyle demek neyi değitirecekse?
Örtüyü yırtmak, perdeleri aralamak cehdi ile her gün yeniden doğmak; diri bir gönlün, ayık bir aklın işareti. Zira ne yıldız yerinde duruyor, ne zerre, ne de hadiseler.
Eşyadaki Esma dersini okumak; hakikati yücelten kesintisiz eğitim; yeryüzü medrese, kainat okuma tahtası.
Son nefesle mezun olunuyor bu medreseden. Nefesler gafletler alınıp veriliyorsa son nefesin nasıl olacağı belli değil mi?
Sadırlar zor nefes alıyor; günah virüsler sıktıkça sıkıyor; toplumda yaşanan hakikat daralması. Örnek hayatıyla şifa sunması gerekenler ne yazık ki başka hastalığa müptela!
Ne yapmalı?
Çok net; tahtanın önüne geçip hakikat dersini dinlemek, onunla hallenmek ve yaşayışla onu yüceltmek.
Ne demişti büyük insan “hakkın hatırı alidir, hiç bir şeye alet edilmez”
Bunu sadece bu söz olarak söylemedi; önünde de durdu ardında da, sağında da solunda da; içinden hiç çıkmadı.
Ya biz öyle miyiz?
Herkesin cevabı kendine; tevile eğip bükmeye gerek var mı?