Uslûbperestlik ve tefsir algımız üzerine...

Ahmet AY

Okuyanlarımız anımsayacaktır. Bediüzzaman, Muhakemat’ın Unsuru’l-Belagat kısmında lafızperestliği bir hastalık olarak tarif ettikten sonra hastalıkların sayısını arttırır: “Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır; öyle de, suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik, şimdi filcümle, ileride ifrat ile, tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır” der.

İlgili bölüm belagat üzerine olmakla birlikte, Muhakemat’ta topyekûn ilimlerin İslamîleştirilmesi adına çok kıymetli mizanlar olduğunu düşündüğümden meseleyi biraz daha kapsamlı ele almayı öneriyorum. Zikredilen hastalıkların da sadece belagata ait hastalıklar değil, bütün ilim dallarına sirayet etmiş hastalıklar olarak ele almak istiyorum.

İşte bu yazıda da (eğer becerebilirsem) bir nebze bunu vurgulamaya çalışacağım. Üslûbperestliğin yalnızca bir ilim dalına (ki o da bu yazı için tefsirdir) sirayetiyle nasıl ifrat söylemler geliştirildiğini ve bu söylemler eşliğinde nasıl dışlama operasyonları yapıldığını anlatmaya çabalayacağım.

Bilirsiniz, kimi makamlarda Risale-i Nur’un bir tefsir eseri olmadığı bazı bazı dillendirilir. Müellifinin eserlerini tefsir (manevî tefsir) olarak nitelediğini söylediğinizde ise şöyle itiraz ederler: “Ama bakınız, hiç tefsir eserlere benzemiyor. Çok başka bir tarzı var. Ne bir sırayla gidiyor, ne de uzun bir sureyi tam anlatıyor. Sürekli ayetler, hadisler arasında geçiş yapıp duruyor. Böyle nasıl tefsir olur?”

Aslında görüldüğü gibi muhatabın itirazı Risale-i Nur’un Kur’an’ı anlatmadığı yönünde değildir. (Belki o yönüyle beğenmektedir bile...) Onun sorunu daha çok Risale-i Nur’un kafasındaki tefsir üslûbuna uymamasından kaynaklanmaktadır. Yani Fatiha’dan başlayıp Nas’ta biten bir klasik üslûb içinde ayetleri açıklamayışını, hem açıklarken içine farklı bilgiler de katarak lafzî tefsirlerden bu noktada ayrılışını iddialarına geçer akçe görürler.

Fakat bu noktada aslında onların hastalığı tam da Bediüzzaman’ın Muhakemat’ta zikrettiği üslûbperestlik hastalığıdır. Yani bir yola, yönteme, anlatım tarzına saplı kalarak; ondan gayrı yollar, tarzlar geliştirenlere uygulanan bir dışlamadır. İlgili ilim dalına yapılmış bir daraltma harekatıdır bu. Tefsir gibi geniş bir kavramı lafzî tefsir makamına münhasır sanmaktır.

Halbuki bakınız, bu güzeller güzeli pınarın daha başlarında yer alan âlimler tefsirleri nasıl sınıflandırıyorlar: Mesela meşhur âlimlerden İbn-i Kayyim, tefsirleri Bediüzzaman’ın tasnifine benzer bir tarzda, fakat üçe ayırır: 1) Kur’ân’ın lafızlarının açıklamasını esas alan tefsir anlayışı (lafzî tefsir). 2) Kur’ân’ın vermek istediği mesajı esas alan tefsir anlayışı (manevî tefsir). 3. İşarî tefsir. (1)

Yine İmam-ı Gazalî’ye göre de tefsirler ikiye ayrılır: 1) Lafzî tefsir. 2) Manevî tefsir. İmam-ı Gazalî aynı sınıflandırmanın hemen yanında örneklendirmelerle lafzî tefsirlerin Kur’an’daki manaları anlamakta yeterli olmayacağını, bu noktada manevî tefsirlere de muhtaç olunduğunu söyler. (2)

İmam-ı Şafiî ise bu konuyu daha farklı bir perspektifle şöyle detaylandırır: “Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı açıklaması iki şekildedir: Birincisi: Kur’ân’ın naslarına yer vererek yapılan açıklama. İkincisi: Kur’ân’da mücmel olarak ifade edilen hususlarda Kur’ân lafızlarına yer vermeksizin Allah’ın muradının ne olduğunu doğrudan aktarmak.” (3)

Yapılan nakillerden de anlaşılacağı üzere tefsir metodolojisi sadece klasik tefsir usulüne, uslûbuna münhasır değildir. Eski imamlar, âlimler tefsir kavramını daha geniş anlamışlar ve öyle de ele almışlardır. Bu noktada Risale-i Nur’un klasik tefsir metoduna uymayışı, onu tefsir ilminden dışlamayı gerektirmez. Aksine bu; ilk çıktığı kaynakta çok geniş akan bir suyun, zorlama metodlarla daraltılması, dar bir kanaldan akıtılmasıdır.

Bu noktada Risale-i Nur’un da sıradışı metodolojisiyle yeniden bu mecrayı genişletmeye çalıştığını söylesek herhalde yalan olmaz. Hasılı; her ilim, gelişmesi sürecinde, Muhakemat’ta Bediüzzaman’ın ikaz ettiği şekilde pekçok hastalığı içinde barındırmaktadır. İşte yukarıda bir örneğini zikrettiğimiz üslûbperestlik de bunlardan birisidir. Tefsiri yalnızca klasik tefsire münhasır sanmak, sananların üslûpperestliğinden başka birşey değildir. Risale-i Nur’un böyle bir algıda kusuru yoktur. Kusur nesnede değil, nazardadır.

(Not: İnşaallah bu konuyu ikinci ve belki üçüncü bir yazıyla daha ele alacağım. Tevfik Allah’tan ve hamd her vakit Allah’a...)

DİPNOTLAR:
1-Niyazi Beki’nin Yeni Ümit dergisindeki “Risale-i Nur’un Tefsirdeki Yeri” makalesinden iktibasla: Bkz. Menna, el-Kattan, Mebahis fi Ulumi’l-Kur’an (Beyrut,1412/1991), s.357-58.
2-A.G. Makale’den iktibasla: Gazalî, İhya-u Ulumi’d-Dîn (Kahire 1358/1939) 1/300.
3-A.G. Makale’den iktibasla: Bkz. Eş-Şafii, er-Risale (thk. A. Muhammed Şâkir, Beyrut, ts), s. 91-92.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.