Röportaj: Abdurrahman Iraz-Nurettin Huyut / Risale Haber
Mustafa Kılıç (Hoca) kimdir?
Şanlurfa'ya bağlı bir köyde dünyaya geldi.
Şeyh Sinan Efendinin yanında Kuran’ı ve tecvidi öğrendi.
Küçük yaşta zikir ehli insanların yanına giderek, onların topluluklarına katıldı.
Kuvvetli hafızası sayesinde birçok şiir, mersiye ezberledi.
1956 yılında ailece Şanlıurfa’ya taşındı. Bir yıl Halil İbrahim Dergâhı yakınlarında oturdu ve Dergâhtaki zikir günlerine katıldı.
İlkokul diploması alarak imamlık sınavlarını kazandı. Ve imam oldu.
Daha sonra Risale-i Nurlarla tanıştı.
Halen Şanlıurfa’da Risale-i Nur okumakta ve okutmakta. Binlerce talebenin yetişmesine çalışmaktadır.
RİSALE-İ NUR RUH DÜNYAMDA ÇOK FARKLI ESİNTİLER YAPTI
İlk olarak Risale-i Nur ismini nerede duydunuz?
İlk defa Köyde duymuştum. Fakat köy halkı Bediüzzaman ve Nur talebelerini bir hikâye, bir haber şeklinde aktarıyorlardı birbirlerine. Bediüzzaman'ın mahkemelere gittiğini, talebelerinin de ona çok bağlı olduklarını hep kulaktan dolma bir şekilde duyuyorduk. Ama yakından tanımamıştım. Daha sonra Şanlıurfa’ya taşındığımızda Halil İbrahim Bozkoyun ağabey bana Risale-i Nurları tanıttı. Bana Osmanlıca yazılmış Hakikat Nurları kitabını verdi. Ben köyde Osmanlıcayı öğrendiğim için bu eseri okuyabildim.
Bir kitabı okuyup bitirdim fakat çok az bir şey anlayabilmiştim. Sadece bu okuduğum eserin diğer kitaplardan çok farklı olduğunu, ruh dünyamda çok farklı esintiler yaptığını fark ettim. Kitabı Halil ağabeye geri verirken, “çok güzelmiş ağabey” dedim. Henüz 18 yaşındaydım. Bunun üzerine Halil ağabey bana Nur talebelerinin evleri olduğunu, ilim tahsil ettikleri gibi şeyler anlattı. Ben de “hacı Halil ağabey beni onların yanına götür” dedim. O da “olur” deyince, pazar günü buluşmak için sözleştik.
Pazar günü geldiğinde ikindi namazını bir camide kıldık. Zaten Abdullah Yeğin ağabey’in odası namaz kıldığımız caminin hemen yanındaydı. Onun yanına gittik. Abdullah ağabey çok güzel bir ders yaptı ve bize çay ikram etti. İşi vardı herhalde, çıkıp gitti. Ben bu dersten çok etkilendim, fakat köy insanıyız tabi, bu etkilenme bir süre sonra geçti. 1958 yılında babam vefat etti. 1959 yılında İzmir Bornova’ya askere gittim. Ben askerdeyken bir arkadaştan mektup geldi. Mektupta Bediüzzaman hazretlerinin Urfa’ya geldiğini yazıyordu.
RİSALE-İ NURLARI A’DAN, Z’YE OKUYACAĞIM
Askerlik benim için birçok şeyin değişmesine vesile olmuştur. Hayata bakış açımı oldukça değiştirmiştir. Birçok olaydan ibret almamı sağladı. Bunu tarif etmeme imkân yok. Askerde bir karar verdim. “Teskere alınca Arabistan gibi yerleri ziyaret edeceğim, Risale-i nurları A’dan, Z’ye okuyacağım” diye. Teskereyi aldım. Fakat ailem beni evlendirmeye niyet etmişler. Ben bu fikre karşı çıkıp: “Arapça öğreneceğim. Bana destek olun, olmasanız da gene öğreneceğim” diyerek reddettim. Daha sonra Urfa’da büyük bir hocanın talimiyle, Arapça öğrenmeye başladım. Birkaç gün böyle devam etti. Her gece eve gelip gitmek zor olunca, bir müddet caminin bir odasında kalarak öğrenimime devam ettim. Arapça öğrenimine başlayınca kendimi kaybedercesine çalışmaya başlamıştım. Birçok Arapça metni ezberlemiştim.
O dönem Rızvaniye camisinde bir odaya geçme imkânı buldum. Orada diğer Arapça öğrenen arkadaşlar bana: “Bu böyle olmaz, madem sen bu işi bu kadar sıkı tutuyorsun, en iyisi bir diploma al” dediler. Ben hiç okula gitmediğim için, diploma nasıl alınır bilmiyorum. Fakat bir sevk-i ilahi olduğu çok açıktır bu yaşadıklarımda.
BEDİÜZZAMAN BU KADAR VİLAYETLERİ GEZDİ FAKAT GELİP ŞANLIURFA’DA VEFAT ETTİ
Arkadaşların bu teklifine “Peki” dedim. Bir müddet sonra Cenab-ı Hak nasip etti. İlkokul diploması aldım. Müftülükten bir ilan yapıldı: “İmam alımı yapılacaktır” diye. Yine arkadaşların şiddetli ısrarlarıyla müftülüğe başvuru yaptım. O zaman 14 kişiydik. Hiçbirimiz kazanamadık. Kazanamayınca bayağı üzüldüm ve çalışmaya başladım. Bir daha ilan yapılınca ben yine başvuru yaptım. Bu defa kazandım. Fakat görev yapmaya niyetim yoktu. Olay hocalarıma intikal edince: “İstersen daha sonra gene Arabistan’a gidersin, ama sen şimdi git hocalık görevine başla” dediler. Ben de müftülüğe gidince oradaki bir tanıdık ağabey: “Mustafa kardeş 15 gün kadar falanca camide imamlık yaptı. Onu istediğiniz yere tayin edebilirsiniz” dedi. Sevki ilahiyle beni Damat Süleyman Paşa Camiine verdiler.
Ama cami harabeden farksızdı. Bir yıl kadar orada imamlık yaptım. Bu sırada Arapça derslerime de devam ettim. Fakat camiinin o harabe görüntüsü hiç hoşuma gitmiyordu. Bu sırada 15 günde bir Risale-i Nur sohbetlerine katılıyordum. Sanki bir âdeti yerine getiriyormuşum gibi gidiyordum derslere. Bir gün yine dersteyim. Orada Diyarbakırlı Molla Sıddık gelmişti. Çay molasında onunla konuştuk. Üç arkadaşım da Silopi’ye Molla Hasan’ın ziyaretine gitmişlerdi. Ben yalnız kaldığım için, Molla Sıddık ağabeyi evime davet ettim. O gece Molla Sıddık’la sohbet ederken bana Bediüzzaman Hazretlerini anlattı.
Dedi ki: “Bediüzzaman bu kadar vilayetleri gezdi fakat gelip Şanlıurfa’da vefat etti. Ben Onu çok seviyorum. Urfa’yı da çok seviyorum. Hatta evimi bile getirmeyi düşünüyorum. Belki de gelir 2-3 ay kadar kalırım” dedi. Ben de “burada birkaç oda boş gelip kalabilirsin” deyince, Molla Sıddık ağabey gitti birkaç gün sonra oğullarıyla birlikte geri geldi. Molla Sıddık sürekli Risale-i Nur okuyordu. Başka hiçbir kitaba bakmıyordu. Oğullarına ders veriyordu. Bazen bana da okuyordu. Arapçaya olan bağlılığım öyle ileriydi ki, başka şeyler okuyamıyordum. O sırada bizim hocalar bir aylık tatil ettiler Arapça derslerini. Ben de tatil olunca, Arapça derslerine gitmedim. Sıddık ağabeyle baş başa kaldık. Sıddık ağabey sürekli risale okuyor, bana da okutuyordu.
ESKİ MUSTAFA GİTMİŞ YERİNE YEPYENİ MUSTAFA GELMİŞTİ
Okudukça nefsimle muhasebe etmeye başladım. Kendi kendime okuduğum ilimlerle, Risale-i Nur’u kıyaslıyorum. “Bu ne kadar yüksek bir ilim” diye şaşırıyordum. Risale-i Nur ben de bir inkılâp yapmıştı. İmam olmuştum, Arapça okuyordum, kitaplar okuyordum fakat bende bir boşluk vardı. Mesela bir genç yanıma gelip, bir ayeti sorunca onu anlatmak için yeterli ikna gücü bulamıyorum kendimde. Terliyordum, sıkıntı basıyordu. Tenhalarda ağladığım çok oluyordu. “Mustafa daha sen kendini ikna edememişsin, şu genci nasıl ikna edeceksin?” diye sorguluyordum kendimi.
Risale-i Nur okuyunca bendeki o boşluğu fark ettim. Çünkü diğer kitaplarda böyle örneklemeler, böyle ikna misalleri yoktu ki… Risale-i Nur benim fikir ufkumu açtı. Eski Mustafa tamamıyla gitti, yerine o boşlukların dolduğu yepyeni bir Mustafa geldi. O kadar büyük bir neşe duyuyordum ki, sevincimden uçacak gibiydim.
Daha sonra Arapça derslerim yeniden başladı. Hocalarım: “Mustafa Hoca” diye hitap edince, dedim artık Mustafa Hoca gitti dedim ve artık bundan sonra her şeyimi Risale-i Nur yoluna vereceğim. Öyle çok risale okuyordum ki, artık geçmişte kıldığım namazları, oruçları kaza etmem gerek diye düşünmeye başlamıştım.
1964 yılıydı. Ve ben dedim ki kendi kendime: “Madem Üstad evlenmemiş, ben de evlenmeyeceğim. Üstad ne yapmışsa ben de aynısını yapacağım. En zor yerlere hizmete gideceğim.” Memuriyeti bile gözden çıkarmıştım. Dünyaya ait hiçbir emel kalmadı gözümde.
RİSALE-İ NUR OKUYUNCA EHLİ KÜFRE KARŞI…
Daha sonraki yıllarda ne yaptınız?
O yıllardan bu yana hep Şanlıurfa’da yaşadım. Bir dernek kurduk Risale-i Nur talebeleriyle birlikte. Çalıştığım camiyi onardık. Yepyeni bir cami inşa ettirdik. Bir albayın vasıtasıyla caminin alanını genişlettik. Risale-i Nur okuyunca ehli küfre karşı savaşma hissi de uyandı bende. Ama öyle bir şevkle çabalıyorum ki, “Risale-i Nurların iki parçasını okuyan hemen nurcu olur herhalde” diye düşünerek, talebe yetiştirmeye karar verdim. Nereye gitsem anlatıyorum, bazen on beş gün camiden çıkmadan sadece ezan molası vererek durmadan okuyordum. Talebeler ilk başta bayağı azdı. Fakat bu son seneler oldukça arttı elhamdülillah. Mesela yazın bin iki yüz tane talebemiz vardı.
HUTBEDE RİSALE-İ NUR OKUDUM
Geçen yıllara baktığınız zaman Risale-i Nur Hizmetleriyle alakalı “keşke şunu da yapsaydım” dediğiniz şeyler oldu mu?
Cemaat içinde mutlaka bazı karışıklıklar oluyordu. Fakat bu ulvi dava hepsinin üstüne çıkıyordu. Bu sebeple ben elimden gelen her şeyi yaptığımı düşünüyorum. Hutbe’de Risale bile okuyordum. Mahkemelere de gittim bazı sebeplerle. Fakat hiçbir şey olmadı. Çok şükür Rabbim hıfz etti, korudu.
EN BÜYÜK HAYALİM RİSALE-İ NUR HİZMETİ
Peki, bu hayattaki en büyük hayaliniz nedir?
En büyük hayalim Risale-i Nur hizmeti. Zaten hep bu hizmet için koşturuyorum. Yetişen talebelerimle övünüyorum. Çok seviniyorum. Bugünkü gençlere, bütün insanlığa da şunu tavsiye ediyorum: “Okuyun! Risale-i Nur okuyun! Risale-i nur bütün sorulara, bütün ihtiyaçlara cevap veriyor, bütün dertlere şifa veriyor elhamdülillah.”
Ya Erhamerrahimin ve ya Ekremelekremin!
Resul-i Ekrem (asm) hürmetine, bizi O’nun şefaatine mazhar ve sünnetine ittibaına muvaffak ve darı saadette O’nun Al ve ashabına, üstadımız ve Nur talebelerine komşu eyle. Elfü elfü âmin…