بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Öncelikle dostların karşı çıkabileceği, çok tartışmalı ve çok önemli bir konuyu açıklamaya çalışacağız. Amaç ve niyetimiz, Sözler, Üstad Nursi ve çağın iman davasına ait tartışmalara ilgisiz ve kalıpçı bakmayıp katkı yapmaya çabalamaktan ibaret. Bu sahada çok daha doğru ve derinlikli çalışmalar olmalıydı ve olmalı. Çaba bizden sonuç Allah' tan, kusurlar benden; doğru ve güzel olan; Sözler'in kaynağı Kur'an ve O'nun nurlu aynası olan Risaletün Nur' dandır. Bu yazı bir zaruret ve ıztırap yazısıdır..
Abese Suresi 1-2-3. ayetlerde; "Yanına aama geldi diye yüzünü ekşitip döndü. Nerden bileceksin, belki de o; günahlarından temizlenecekti."
Abese 8-10'da ise; "Sana koşarak gelen ve Allah'tan korkan kimseyi ihmal ediyorsun."
Abese 11-12'de ise; "Sakın! Kur'an bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır" buyruldu.
Bu surenin iniş sebebebi olarak;
Resulullah'ın Kureyş önderlerine Alllah'ı anlatırken, aama sahabe bin ümmi Mektum'un Hz. Peygamberden Kur'an dersi vermesini ısrarla istemesi üzerine, Peygamberimizin Kureyşlilere anlatmaya devam ettiği ve hoşnutsuzluğunu da Kur'an ifadesiyle 'yüzünü ekşittiği' için Allah elçisinin uyarıldığı/ihtar edildiği anlatılır.
Yusuf Suresi 24. ayette ise; "Gerçekten kadın ona niyetlenmişti. Kendisine verilen ilim ve hikmetle Rabbinin delillerini görmeseydi; Yusuf da ona niyetlenip gidecekti. O'nu kötülük ve fuhuştan biz böylece alıkoyduk" buyrulur.
Eğer Rabbimiz; Hz. Yusuf'u alıkoymasa idi, Yusuf da ona niyetlenip gidecekti.
Allah'ın peygamberlere lütfettiği İSMET-kusurdan uzak olma sıfatı sayesinde günah, hata işlemiyor. Buna yöneldiklerinde durduruluyor veya uyarılıyorlar. Olabilen eksiklere de zelle/hata/günah gölgesi ismi veriliyor.
Üstad Said Nursi ise; Münazarat s, 230'da (ESDE); "Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. (Karıştırıyorum). Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine izin vermeyiniz."
Yine; "Tafsilat ve teferruatta; bazen perişan zihnim karışır, noksan kalır, hata eder."
"Benim hatamı gördüğünüz vakit, serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hatta başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim."
"Üstadınız layuhti değil, onu hatasız zannetmek hatadır."
1-Üstad büyük bir açık yüreklilikle hata yapabileceğini, karıştırabileceğini, hatalarını yüzüne söyleyenden memnun olacağını vurguluyor.
2- Bu gerçek; hem hakperestlik, hem tevazu hem de meydan okumadır. Sadık bazı dostlarının zannettiği gibi sadece tevazu değildir.
3- Bunlardan daha önemlisi ve temeli ise; hatalarının teferruat ve tafsilatta ve bazen olabileceğidir.
Zaten esasta ve temelde olsa buna hata denmez; batıl/dalalet denir. Bu iddiayı 94 yıldır yeryüzünde dost/düşman/yabancı kimse söylememiştir.
Üstad Bediüzzaman'ın kendi ifadelerinde bazı hataları; (ESDE 231)
a-"Zira, şu nar dedikleri nur-i saadet" ifadelerine düşülen haşiyede; "burda dahi R.Nur'u hissetmiş. Fakat siyaset perdesiyle bakmış, hakikatın şekli değişmiş" yazılı.
Yine Münazarat 240'da "Ve o istibdadı manevinin müdafiidir" sözünün Haşiyesinde, "kırk sene sonra söylemesi lazım gelen sözleri, o zaman söylemiş" denir. Burda açıkça erken söylenmiş bir sözün zamanını üstad hatalı bulur.
Yine Münazarat'ta zamanın kötüye gideceğini söyleyen büyük bir veliye verdiği cevap için 'eski Said'in, R.Nur'un dar dairesini gayet geniş ve siyasi bir daire olarak tanımlamasını zımnen hata olarak niteler. Hakikati siyasi bir gözlükle anlattığı için yanlış olduğunu/yanlış anlaşıldığını birkaç yerde açıklar. (Haşiye; R.Nur'u hissetmiş. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş. (Münazarat 227.s.)
Yani Risale-i Nur'u siyasi anlamda/siyasete dair anlatmış. Bu da geçici de olsa bir yanılgıdır.
Son olarak Emirdağ Lahikası'ndan (1952-53) bir örnekle kapatacağız
Mukaddeme: Kırk seneye yakın siyaseti terkettiğimden ve ekser hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden, hayatı içtimaiye ve siyasiye ile meşgul olmadığımdan, bir büyük tehlikeyi görmüyordum" yazılı. Bu ifadeleri destekleyen yazılarda (1948-49) kurulan DP ile ilgilenmemesini/önemini geç farketmesini belirtir. Ki ardından Demokrat Parti ile ilgili görüşleri bu ifadelerinin ispatı niteliğindedir.
Bu ve başka benzer ifadelerden açıkça anlaşılan; üstad kendi siyasi karakterli ve ayrıntı olan hatalarını söylemiştir.
Burda altını kalınca çizmeliyim ki, üstadın siyasi görüşü Asrı saadet, Kur'an, Sünnet esas olmak üzere İslam ve dünya siyasetinin sosyal ve siyasi pratiğinden süzülmüş doğru ve ispatlı hülasalardır. Özü zaman ve şartlardan bağımsızdır. Ancak zamanın akışına göre bazı yamalar ve elbise değişikliği ise kaçınılmaz ve normaldir. Güncel olduğu için söylemeliyim ki, yüzde 60/70 tam mütedeyyin olmalı şeklindeki siyasi prensibi bugün daha çok anlamlı ve anlaşılır hale gelmiştir. (Siyasi fanatiklere bu yazıda sözümüz olmayacak!)
Bu mesele ile ilgili başka bir boyuta geçebiliriz.
1-Farkettiğinde düzeltilen ayrıntı ve ince konuların itirafı konusunda üstadın bir sıkıntısı yoktur.
2-Ama üstadı tam anlayamayan, araştırmayan, dondurmaya çalışan kısır ve donuk zihinli talebelerinin sorunu öteden beri olmuştur.
3-Hadis metinleri bile, tevatür hasen zayıf mevzu vb. açısından kritik edilirken, Sözler'in metinleri bugüne kadar hiç kritik edilmemiştir. En büyük engel ise, katı, sabit, tabucu kafalar ki, halen en çok bunların sesi çıkıyor.
4-Risalelerin, imani konular, lahikalar (ekler mektuplar) ve müdaafalar şeklinde sınıflandırıldığı eserlerde çokça yazılıdır. Peki çok yönden farklı ve ayrı bu metinler nitelik ve nicelik yönünden aynı olabilir mi? Değilse bu konuda kim hangi çalışmayı yaptı?
5- Üstadın ifadesiyle hadisler hatta ayetler bile; umumi-hususi, mutlak-mukayyet vb ayrımlara taabi iken Sözler niye tutulmamıştır?
Bu tembellikler hasım ve hasetlere hangi fırsatları sunmuştur. Hata ifadelerine tevazu deyip durmak, alakasız ifadeleri sıralayıp, üstad adına üstadı kusursuz gösteren sözlerle, nur düşmanlarının eline koz verip saldırıya kapı açmak nasıl bir sadıklıktır. Üstad teorik ve pratik olarak hatalarını sayan bir babayiğittir deyip meydan okumak gerekmez miydi?
6-Vehbi-kesbi, tarikat-hakikat, iman-hayat-şeriat siyaset vb. konuları olmaması gereken şekilde 60 senedir yanlış-eksik anlatan, ayna olamayan talebelerinin mirasyedi, umaysız, ürpertisiz tavırlarının büyük hissesini kime yazacağız?
En azından Sözler'de yer alan zaruret anında şevk ve enerji veren, mektuplardaki mübalağalı, problemli ifadeleri bir sistem içinde ele alıp incelemeyecek miyiz? Üstad koymuş eyvallah. Esasta problem olmayabilir, iyi niyetli bakınca izah edilip anlaşılabilir tamam. Ama bu mektuplardaki mahzurlu görünen kısımlar bir kitapta niye incelenmedi? (Bu ifadeleri ilgili herkes bilir.)
Meselenin bir başka boyutuna geçiyoruz.
Bu meseleleri 1908'den beri dile getirenler;
1-Siyasi amaçlı kişi ve kurumlar. Siyaseti esas alanlar, özellikle siyasi İslamcılar.
2-Din yerine milleti esas alan, kabileci gelenekçi devletçiler.
3-Haset ilahiyat ve diyanetçiler.
4-Menkıbeci şeriatı küçümseyen tarikatçılar.
5-Harici vehhabi isyancılar.
6-Enesine mağlup/inatçı/küstah proflar.
7-Laikçi, batıcı, dünyaperest kemalistler vb.
Şimdi bu ve benzeri guruplar düşünülürek bir çalışma niye yapılmaz. Niye cevap ve izahlar geliştirilmez. Oysa Sözler bir analiz, terkip, uzmanlık ayrıntı kitabıdır. Toptan atışlara toptan karşılık olur mu?
Gelelim son bölüm ve değerlendirmeye.
Bugünlerde sosyal mecralarda 226 sayfalık bir cemaatler raporu dolaşıyor. Ağustos 2018'de Takvim vb. gazetelerde yer alan bir haberin çalışması gibi duruyor. Yani cematler Diyanet eliyle düzene konacak haberinin tahakkuku. Sızmış veya sızdırılmış. Muhtemel ki sahipsiz tartışılsın, tepkileri görelim denmiş. Çok kere böyle olur bizde!
Raporun tamamı resmen ortaya çıkarsa Sözler ve Üstadla ilgili kısımları göreceğiz.
Şimdilik görüldüğü kadar Risale-i Nur cemaati 7 guruba ayrılarak incelenmiş.
"Said Nursi'nin ileri sürdüğü fikirler, sorgulanamaz ve doğru olup olmadığı tartışılmaz bir hale gelmekte, dolaysıyla müntesiplerinin teslimiyetçi bir tavırla bunlara (Risalelere) bağlanmasına sebep olmaktadır" denilmiş. Bu ifadeleri Ankara İlahiyatın Nurculukla Mücadele Komitesi kitaplarından hatırlıyoruz. (1960'lar)
Şimdi; üstadın beni eleştirin, istişare ile düzeltin ifadeleri tevazudur, teoriktir diyenler çıkıp cevap versin.
Kimse teslim olalım veya üstadı karalayalım demiyor. Ama eser ve davanın çapı ölçüsünde çalışıp, izah, şerh, tanzim görevini yapmayalım mı? Tanzim, şerh sadece benzer ifadeleri yanyana getirmek mi? Yeryüzünün sayamayacağımız eser ve yazarlarını okuyup adını veren alıntı yapan bir üstadın talebeleri tekrarcı, donuk, kutsayıcı mı kalacaktı 60 yıldır?
Sübhaneke la ılmelena illama allemtena inneke entel aliymül hakim. Kusurlarımı Afüv Mağfur Gafur Rabbim bağışlasın inşaalah.