Üstad, musibetin olumlu yönüne bakıyor

Musibetler karşısında tavrımız nasıl olmalı?

Dr. Yusuf Güneş'in yazısı:

12 yıl önce gece meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem Marmara Bölgesi'nde hayatı değiştirmişti. Binlerce insan o gece güneşin doğuşunu göremedi. Deprem, ardında büyük acılar bıraktı. Peki inanan bir insan başına gelen felaket karşısında nasıl bir tavır sergilemeli? Hayata iman noktasından nasıl bakılabilir?

17 Ağustos 1999 gecesi Marmara 7,4'le sallandı ve binlerce insanımızı o gece kaybettik. Bir o kadar insan da sabaha malını mülkünü kaybetmiş, yaralanmış bir vaziyette çıktı. Afet ve musibetler acı izler bırakıyor. Peki afetlere nasıl yaklaşmalı, bu travmayı atlatma adına kaybederken nasıl kazanmalıyız?

Etrafımızda cereyan eden kötü hadiselere iyi yönden bakmak, onların iyi tarafını görmek ve arka planda bizim bilemediğimiz bazı hikmetler olabileceğini düşünmek gerekir. Başa gelen musibet ve belâlarda ise mutlaka onlarda bir nimet yönünün olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Musîbetlerdeki nimet yönü görmemezlikten gelinir ve onlar mutlak kötü olarak algılanırsa musibet daha da ağırlaşır, büyür ve musibetzedeyi yutacak hale gelir.

İnsanlık tarihinde hiçbir dönem yoktur ki musîbetsiz, belâsız, felâketsiz geçmiş olsun. Hele bazı âfet ve musîbetler yıllarca etkisini sürdürmüştür. Fert olarak her insan için de durum aynıdır. Başına bir musibet, bir sıkıntı gelmemiş insan gösterilemez. Peki niçin musîbetler vardır? Bu dünya âfetsiz, musîbetsiz olamaz mı? Niçin bu kadar insan değişik felâketlerle ya canından olur ya yaralanır ya yakınlarını kaybeder veya malı mülkü elinden gider?

En büyük belâlar peygamberlere gelmiştir

Musibetlerin gelmesindeki hikmetleri anlamak için onların çıkış sebeplerini araştırmak gerekir. Meydana gelen felâketlere baktığımızda, onların inanan-inanmayan herkesin başına geldiğini görürüz. Demek ki felâketler mü'min-kafir gibi bir ayrım gözetmiyor, fakat geldiği kavme göre bir mânâ, bir mahiyet kazanıyor. O, Allah'ı inkar edenler için, inkarları karşılığında bir azap; Allah'a iman edenler için ya hatalarından dolayı bir te'dip ya günahlarına keffaret veya bir şefkat tokadı; has kullar için ise Allah katındaki derecelerinin yükselmesinin bir vesilesidir.

Belâların en büyüğü, Allah'ın en sevgili kullarına yani peygamberlere gelmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sas) bunu, "İnsanlar içerisinde belâya en çok maruz kalanlar peygamberlerdir, sonra velîler (Allah dostları) sonra derecesine göre diğer kullardır." (Tirmizî, Zühd, 57; İbn Mâce, Fiten, 23) sözleriyle ifade buyurmuştur.

En büyük sıkıntıları, Allah'ın en sevgili kulu Peygamberimiz çekmiştir. En başta dünyaya yetim olarak teşrif buyurmuş ve altı yaşında annesiz kalmıştır. Peygamberlik geldikten sonra kavminden binbir türlü ezâ ve cefa görmüştür. Sahabe efendilerimiz de aynı şekilde şiddetli tazyiklere maruz kalmışlardır. Ama bu sıkıntı ve işkenceler onları yıldırmamış, inandıkları davadan alıkoyamamıştır.

Her şey Allah'ın takdiriyle cereyan eder

İnsanlar başlarına gelen musibetlere nasıl bakmalı, onları nasıl değerlendirmeli ve onlara karşı nasıl bir tavır sergilemelidir? Musibetler ilk bakışta acı, çirkin ve ızdırap verici gözükse de mü'minin nazarında öyle değildir. Zira mü'min imanı sayesinde hayata, dünyaya, tabiata ve olaylara karşı farklı bir bakış açısına sahiptir. Ona göre dünya hayatı, ahiretin kazanılması için verilmiş büyük bir nimettir; tabiat, İlâhî sırların keşfedileceği bir panayırdır; etrafında cereyan eden iyi-kötü bütün hadiseler, Allah'ın takdiriyle cereyan etmektedir ve hepsi de bir imtihan vesilesidir; iyi olanlara şükreder, kötü olanlardan da Allah'a sığınır ve sabreder. O bilir ki, insanlar sahip oldukları her şeyden, yaptıkları bütün amellerden hesaba çekileceklerdir.

Musibetlerin yanında varlık, zenginlik, evlat hepsi birer imtihandır. Bunları, Rabb'imizin (cc) ve Efendimiz'in (sas) belirttiği ölçüler çerçevesinde değerlendirmeye çalışmalıyız. Diğer yandan bizler neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz. Zira Allah Teâlâ, "Olur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerli olur. Doğrusunu Allah bilir, siz bilmezsiniz!" (Bakara, 2/216) buyurmaktadır.

Üstad Hazretleri, musibetlerin ilk önce olumlu yönüne bakılmasını tavsiye ediyor. Ardından onlardaki nimet yönünün görülmesi, daha büyüğünün gelmediğine şükredilmesi ve onların sabırla karşılanması gerektiğini vurguluyor. Eğer bunlar yapılmaz da musibetler büyük görülerek "of of"larla üflenirse o da şişer ve büyür, dehşetli bir hal alır.

Musibetlere karşı yapılacak ilk iş onları sabırla karşılamaktır. İslâm âlimlerine göre sabredilmesi gereken üç önemli husustan biri de musibetlere karşı sabırdır. Musibetleri sabırla karşılamanın yanında ayrıca onlara şükürle mukabelede bulunmak çok daha sevaplı bir davranıştır. Çünkü gönderdiği musibetle Allah Teâlâ kuluyla bir muamelede bulunmakta ve onun sabrını, Kendisine olan inancını, hayır-şer her şeye karşı rıza gösterip göstermediğini ölçmektedir. Mü'min, Yunus Emre gibi, Allah'tan gelen belâlar karşısında daima:

Hoştur bana Senden gelen,

Ya hil'at ü yahut kefen,

Ya taze gül yahut diken,

Lütfun da hoş, kahrın da hoş.

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa,

İkisi de cana safa:

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

der ve gönlü huzura kavuşur. Mü'minin bu imrenilecek halini Sevgili Peygamberimiz (sas) ne güzel ifade buyurmuştur: "Mü'minin hali hayrete şayandır. Zira onun bütün işleri hayırdır. Başına bir musibet geldiğinde sabreder ve bu onun için hayır olur; kendisine bir nimet bahşedildiğinde şükreder ve bu da kendisi için hayır olur." (Müslim, Zühd, 64).

Zaman

Güncel Haberleri