Aşağıda iki fotoğraf var. Dileyen benzerlerini kolayca bulabilir. Fotoğrafların merkezinde Üstad Bediüzzaman var. Etrafında ise derslerini izleyen, Risaleleri okuyan öğrencileri. Görüldüğü üzere, Üstadın bir giyim stili var. Sakalsız ama sarıklı, gençlik yıllarında yöresel sivil kıyafetler giyiyor; yaşlılık yıllarında ise cübbesiyle var. (Sarıklı ve sakalsız hali, o yıllardaki sakallı ve sarıksız ulema ile çarpıcı bir zıtlık oluşturuyor; bunu da kaydedelim-mevzu başka!) Bediüzzaman’ın etrafındaki çoğu üniversiteli gençlerde ise hiç de sarık ve cübbe giyme temayülü görünmüyor. (Bu görüntüyü o zamanın şartlarına bağlayanlar olabilir ama bu konuda Üstad’ın açık bir telkininin olmayışı dikkate değer!) Gençlerin hemen hepsi takım elbiseli ve kravatlılar da var, başları açık ve saçları düzgün taranmış, sakalsızlar. Bediüzzaman’ın köylü ve esnaf olan talebeleriyle olan fotoğraflarını ise çoğu kez mahkemeye gidiş ya da mahkemeden dönüş yolunda görüyoruz; hepsi sivil giyimli… Yine bir kıyafet telkini görünmüyor.
Fotoğrafları dikkatlice okursak, Üstad, kendi meşrebine olan sadakatimize bir kılık ve kıyafet şartı koşmuyor-elbette ki tesettürü önceliyor. Her ferdin kendi meşrebince var olmasını hoş görüyor, tek-tipleştirmek gibi bir niyet ortaya koymuyor.
Kanaatimce, Risale mesleğinin üslubuna dair bir çıkarıma müsait burası. Bugünlerde ister istemez kılık-kıyafeti ile öne çıkan cemaatlerin ilgi alanı bellidir, spesifiktir, özneldir; amele yönelik hizmetlerle marufturlar. Risale-i Nur ise, iman hizmetidir; amele dair tüm hizmetlerin başıdır; kılık kıyafetle kendilerini ortaya koyan cemaatlerin öncelediklerinin öncesini, yani imanı, önceler.
Bugün, belli bir Nurcu kıyafeti beliriyorsa aramızda, kendimizi sorgulamamız gerek. Zira Risale-i Nur mesleği, hiçbir mesleğin “ötekisi” değildir; hepsine “ana” kaynaktır. Risale-i Nur’un davası evrenseldir; herkesin kendi rengiyle var olmasına izin veren saydam şemsiyedir; yöreselleşemez, dönemselleşemez, tipikleşemez. (Bu bağlamda, Risale-i Nur adına, bir vakitler oluşturulmaya çalışılan kılık kıyafet stilinin de niye tutmadığı üzerinde düşünelim.)
Risale, bir kenara çekmez muhatabını, meydanda tutar. Marjinal olmaya itmez; ana-akım söylemi verir ağzına. Merkezi temsil eder. Omurga olur; tüm sinir uçlarını besler. Risale-i Nur, taraftarlık da değildir; ne ‘Said Nursicilik’ bekler talebesinden ne ‘Risalecilik’ ister.” Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur’u siyasal cephe yapmaz, saydam bir gökyüzü olarak görür; orada herkesle beraber nefeslenir. Herkesin yağmurdan ve güneşten nasibi vardır. “Topuz” birilerinin eline yakışabilir ama “nur” kimsenin cebine sığmaz; herkese aittir, her yüze düşer, her avuca iner. Risale-i Nur kimsenin işine gelmez, herkesin işine gider.
Dileyen, Risale’den beslenerek kendi meşrebince yürüyebilir. Risale-i Nur’un iman dersi, kimseyi şeyhinden ya da müridinden koparmaz; aksine şeyh-mürid ya da mürid-mürid ilişkisini “kardeşinde fani olmak gibi” sarsılmaz ve sahici bir çizgiye taşır. Her cemaat kendi meşrebinin imanî gerekçesini bulur Said Nursi’de. Risale sayesinde, meşrebine taklitle değil, tahkikle azmeder.
Sözün özü, Risale-i Nur, adına taassup üretilecek bir metin değildir. Kur’ân ve sünnet adına herkesin yanında olmayı gerektiren, şeffaf bir bakışın adıdır, şefkatli bir kalbin muradıdır. Her kalbe açılır, her kalbi açar. Üstad’ın tarifiyle, kuyuya atılan Yusuf güzelliğini Yakub duruşuyla bekler. Züleyha gibi sahiplenmeye kalkarken, kendinden etmez.
Değil mi ki Risale-i Nur şefkat mesleğidir; şefkat mesleğinin icabı, “öteki” görmemektir kimseyi, “öteki” olmamaktır kimseye…