Üstad’a göre Hızır

Mehmet Ali ERDEM

Bir önceki yazıda Yaradanın bizlere bildirdiği “Hz.Musa ile kendisine ledünni/sadır/gönül ilmi verilen kullardan bir kul arasında geçen kıssa”dan bahisle, oluşabilecek Hızır tuzaklarına dikkat çekilmişti.

Bu yazıda da Üstad’ın anlatımıyla Hızır’dan hareketle dersler çıkarmaya devam edeceğiz.

Mektubat’ın Birinci Mektubunun ilk konusu Hızır (a.s.) ile ilgilidir. Üstad’a göre;

1-Hızır hayattadır,

2-Beş olan hayat mertebelerinin ikinci mertebesindedir,

3-Bu mertebeyi görmede ve anlamada zorlanan din adamları Hızır konusunda şüpheye ve yanılgıya düşmüşlerdir.

Not: (1)’de açıklayıcı eklemeler yapılmıştır.

Üstad Hızır’ın özelliklerini, ruhların farklı seviyedeki hayatlarını da açıklayarak ortaya koymaktadır.

Ancak uyarı içeren önemli bir tespit de bulunmaktadır: Bazı veliler Hızır ile istişare etmekte ve ondan ders almaktadırlar ama bu görüşmeler onların da Hızır olarak anlaşılmalarını/kabul edilmelerini gerektirmez.

Benzeşik açıklamaları 29. Mektup’da, Velilik Yollarının anlatıldığı 9. Kısım, 4. Telvih’de de (s.633) görmekteyiz:

1-Velilik makamlarından bazı makamlar;

a-Mehdî’nin vazifesine benzer özellikler bulunabilmesi,

b-Kutb-u Âzam’a (büyük evliyadan yol gösterici) has bir payın görülebilmesi,

c-Hazret-i Hızır’ın özel bir münasebetinin olması gibi,

bazı bilinen meşhurlarla irtibatlı bazı makamlar vardır. Hatta o makamlar bazen

a-Makam-ı Mehdiyet

b-Makam-ı Üveys, (Üstad bir üst cümlede Mehdi, Hızır ve Kutb-u Âzamı sayarken hemen izleyen cümlede Mehdi ve Hızır’ı belirtmekle beraber Kutb-u Âzam yerine Makam-ı Üveys’i zikretmekle, Veysel Karani Hz.lerinin bu makamda olduğuna işaret etmiş olabilir)

a-Makam-ı Hızır olarak da yorumlanır.

1-Bu sırlı bilgilere istinaden denilebilir ki;

a-Velilik makamına veya o makamın az bir temsiline veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has ilişkili meşhur zatlardan biri olduklarını zannedebilirler. Kendini Hızır olarak kabul ederler veya Mehdî olduğuna inanırlar veya Kutb-u Âzam olduğunu hayal edebilirler. Eğer makam sevgisinden kaynaklanan bir talep ve bir benlik davası yoksa o halde suçlu olduklarına hüküm verilmez.

b-Böyle değil de eğer, perde ardındaki benlik ve makam sevgisiyle hareket ediliyorsa, kişi enâniyetine mağlûp olarak, şükrü bırakıp gurura girer, onurlu halinden git gide gurura düşer/alçalır.

1-Bu hale yakalananların;

a-Şeriat terazisini elde tutmaları (Hızır gibi değil, Musa gibi davranmaları!),

b-Allah’ın Kuran’daki sözlerinin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda âlim olanlarınilke ve prensiplerini kendilerine ölçü alarak; Allah dostu evliyalardan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibiâlimlerin talimatlarını rehber edinmeleri,

c-Nefsin eline kusurdan, acz ve fakrdan başka şey verilmemesi için daima nefislerini suçlamaları gerekir.

1-Bu meşrepteki manevi sarhoşluk, kendini beğenmekten ortaya çıkar. Çünkü muhabbet gözü kusuru görmez.Muhabbetin bir parçası olarak nefse muhabbet, kusurlu ve liyakatsiz bir cam parçası gibi olan nefsi bir pırlanta, bir elmas zannettirir. Bu tür bir halin içindeki en tehlikeli hatalarda şunlardır:

a-Kalbe ilhamî bir tarzda gelen az ve kısmi mânâların “Allah’ın kelamı” olarak hayali sonucunda, ayet olarak kabul edilmeleri.

b-Bunun neticesinde doğan vahyin yüce ve mukaddes derecesine hürmetsizlik.

c-Balarısının ve hayvanların ilhâmlarından, sıradan halk tabakasından seçkinlerin ilhâmlarına kadar; sıradan meleklerin ilhâmlarından dört büyük meleğini lhâmlarına kadar bütün ilhâmlar, her şeyi yaratıp terbiye eden Allah’ın bir nevi sözleridir. Fakat mazharların ve makamların kàbiliyetine göre, kelâm-ı Rabbânî, yetmiş bin perdede parıldayan/ışıldayan, Allah’ın hitabının ayrı ayrı cilveleridir. Ama vahiy ve kelâmullaha has ismi ve onun en aşikâr somut örneği olan Kurân’ın yıldızlarına has ismi olan “âyet” ile adlandırılması/tanımlanması tam manasıyla bir hatadır.

d-Her biraynada görünen güneşin benzerleri güneşindir ve onunla ilişiklidir denilse doğrudur; fakat o güneşciklerin aynasına dünya takılmaz ve onun çekim gücüyle bağlanmaz!

Üstad Hazretlerinin Emirdağ veya Afyon hapishanesinde yatarken, bir gece mekânı atlayarak Konya'nın Ladik kasabasına Ahmed Ağa'nın yanına gelmesi,ellerindeki kelepçeyi ve ayaklarındaki zincirleri çözerek içeri girmesinin nedeni veAhmed Ağa ile konuşmasının konusu da Hızır ile ilgilidir.[1]

Üstad Hızır’ın nasıl bir uyarıcı ve yönlendirici olduğunu, arkasında ona saldırmak için bekleyen aslan bulunan yaralı bir asker örneği ile çok güzel, nezih ve manidar bir şekilde açıklamakta, onun başkalarının hayrını isteyen, nurânî ve semavi bir zâtolduğunu belirtmektedir.[2]

Üstadın Hızır ile ilgili tespit, yargı ve ikazlarını özetleyecek ve bunlardan kıssadan hisse çıkaracak olursak;

1-Hızır semavi bir zattır ve hayattadır.

2-O kadar semavi ve o kadar hayat sahibidir ki; kendisinden olağanüstü haller zuhur eden, maddi sınırlarla bağlı ve maddi sınırlara bağımlı olmayan âlim/evliyalar, Bediüzzamanlar dahi Hızır’ın izni olmadan hareket etmemektedirler.

3-Hızır beş olan hayat mertebelerinin ikinci mertebesindedir, bu mertebeyi idrak ve gözlemlemede zorlanan âlimler Hızır konusunda tereddüde ve vehme düşmüşlerdir.

4-Velilik makamından bir nebze tat alanlar kendilerinin o makamda olduğu zannına kapılabilirler. Temel kabullere aykırı olan ama benlik davası olmadan manevi sarhoşluk anında söylenen sınır aşan iddialar ve sözler, söyleyeni mesul kılmasa da;

a-Duyan veya dinleyenlerin bu sözlerle hareket etmesi bunların da sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

b-Manevi sarhoşluk geçtikten sonra da aynı şeyler söyleniyor ise sorumluluk ortaya çıkar, belki de sarhoşluk anındaki af dahi uygulanamaz olur.

c-Makam sevgisi (her ne kadar maddi makamları ele geçirme hırsı ile etki alanını genişletmek amacıyla manevi makamlara sahipmiş gibi davranılabilse bile; burada öncelikle manevi makamları anlamak gerekir) ile hareket ediliyorsa kişi enâniyetine (ve o kişiyi rehber belleyip dediği ile amel edenler de enâniyetlerine) yenik düşerek şükürden gurura alçalırlar ki; bundan daha büyük bir irtifa kaybını hayal muhaldir!

1-Üstad bu hale yakalananlar için önerilerde bulunmaktadır:

a-Gönül ve rüya âleminde ne görürlerse görsünler, ne hissederlerse hissetsinler, bu yaşanmışlıklardan nefislerinin payına vermeleri gereken; ne kadar acziyet, fakriyet ve muhtaçlık içinde olduğunu her daim hatırlatmak olmalıdır. Hatta bu his ve tavırlar arasında ters orantı bulunmalı; ne kadar çok manevi nimete mahzar olunursa, ne kadar aciz olunduğu o kadar daha fazlaanlaşılmalı ve tavırlar buna göre gelişmelidir.

b-İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi genel kabul görmüş âlimlerin uygulamalarına bakmalı, nasihatlarına kulak verilmelidir.

c-Ellerinde ilahi adaletin kılıcını değil adaletin hassas terazisini bulundurmalıdırlar.

1-Elbette tüm ilhamlar Allah’tan gelir. Ama bütün ilhamların derecesi birbiriyle aynı olmadığı gibi, ayetler bu ilhamlar ile mukayese edilemezler. Ayetler evrensel ve tüm âlemleri ihata etmiş iken ilhamlar ilham olunanı bağlarlar.

Şüphesiz ki doğrusunu bilen Allah’tır, kusur ettiysek af ve mağfiret dileriz.

[1]https://www.ladikliahmetaga.com/content/view/144/64/

[2]https://erisale.com/#content.tr.1.57

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.