Röportaj: Mustafa Oral
RİSALEHABER
Rüya tasavvufta bir terbiye metodudur. Rüyalarda Üstadı gördünüz mü?
Rüya, âlem-i şehadetle misal âlemi alanları arasındaki irtibatların şifrelerini gösteriyor. Bunun, ilham ve vahiy ile örtüştüğü noktalar ve nükteler var. Hz. Peygamber (sav.) sabah namazından sonra “bu gece kim rüya görmüştür?” diye rüyayı soruyordu. Ayrıca vefatı hengâmında “ben gidiyorum size rüyayı bırakıyorum” mealinde bir hadis-i şerifleri bahis mevzuudur.
Din medeniyetleriyle beşeri medeniyetler arasındaki fark büyüyle hakikat arasındaki farktır. Sadık rüyanın bir medeniyet prensibine dair işaretlerini okumak, kalbin tasaffisi ile bağlıdır. Hâlbuki materyalizmin Dünyada kökleşmesiyle birlikte tasavvuf gittikçe büyüyen yara aldı. Kangren olmuş şekliyle lafzın vecdini mananın vecdi yerine ikame etmiştir. Lafızperestliktir. Sûretperestlik lafızperestlikten, putperestlik de sûretperestlikten doğar. İnsanlığın kullandığı cep araçları onları sûretperestliğe, putperestliğe yönlendiriyor. Mananın vecdi fikri bir hareketi ve üretimi gerçekleştirir. Sezai Karakoç’un Nurculuk meselesini işleyen makalelerinde “Kalem yazmak zorundadır” derken imana taalluk eden vicdanî sorumluluğa işaret eder. Sezai Bey’in televizyona ve resimlere karşı direnci Bediüzzaman’ın içtihatlarını iyi kavramış olmasına dayanıyor. Lafzın vecdi üretim ve terakki yolunu kapattı. Üstad Hazretlerinin sistemindeki tasavvuf imkânı, Risale-i Nur’un lafzından lafzın arkasındaki manaya Nur’u rehber edinmek isteyen ve maatteessüf onun ruhuna ulaşamayan kişileri ruhun kamçılanmasına engel teşkil etmiştir. Tarihçi Prof. Kemal Karpat makalesinde 1992’lerde işaret etti. Ruhî birliğin teessüs etmediği yerde madde üzerinde niza ve ihtilaf baş gösterir.
Evet, rüyanın Risale-i Nur’daki veçhesi sahabe dönemindeki rüyayla ilgili fıkralara muadildir. Ne yazık ki, Üstadın vefatından sonra rüyaya bakış materyalist bir veçheye büründü. Onun bir medeniyet müjdecisi değil imtiyaz unsuru olarak algılanışı, iman ve Kur’an hizmetlerinde büyük rahneler açtı. Materyalist bakış, eşyaya hayvanî bir nazardır. Spritüal ruhçu bakış nesnenin arkasından bakmaktır. O takdirde âlem-i mülk, âlem-i melekût ile birlikte görünür. Zâhir ve bâtındır. İkisi hakkında müşterek bir dil kullanılır. İslam dilidir. Bediüzzaman Hazretlerinin üzerlerinde titrediği kimselerin vefatı daima tahassür içinde oluyor. Harici planlar, niza, ihtilaf, tahrip, sistemleşti. Islah-ı medaris manasında Nurlara tarziye vermek ehl-i idrak üzerine bir vecibe haline geldi.
1960-1961’de Konya İmam Hatip Mektebi beşinci sınıf talebesiyken Alaeddin Camiinde Leyle-i Kadir’de bir vaazım sebebiyle hakkımda disiplin ve adli soruşturma açılmıştı. Bir yıl hiçbir İmam Hatip Mektebinde okuyamamakla tecziye edildim. O sene Abdülmecid efendinin aile dostu Tarih hocası Yaşar Gökçek, beni okul yurdunda istihdam etti. Abdülmecid efendi Arapça hocamızdı. Bir gün bir kilo kuru pastayla odama geldi ve Kur’an hattıyla yazdığı “İman Dili” ve “DÜ Mezhep” isimli iki kitabını daktilo ile yazmamı istedi. Ben de yazdım. Yaşar Gökçek Hoca buna vesile olmuştur. Kendileri okuyor, ben yazıyordum. İmam Hatip Mektepleri için yardımcı ders kitaplarıydı. Kitaplarında şu kayıt vardı: Ey kıymetli okuyucu istifade etmedinse paranı geri al!
İşte o yıl Üstad Hazretleriyle Abdülmecit efendi okulun önündeki büyük asfaltta yan yana birkaç kat bina boyunda yürüyorlardı. Otuz kırk seneden beri bir defa Sungur Ağabeyin ders yaptığı esnada ayağa kalkarak rüyamı anlattım. Başka anlatma ihtiyacı hissetmedim. Zaten uyandığım zaman rüyanın manasını kavramıştım.
SAİD NURSİ MEDENİYET PROJESİNİ ARMAĞAN ETTİ
Asıl isminiz Özen. Ama Suad ismini kullanıyorsunuz? Bunun hususi bir sebebi olmalı?
Kader cihetinde asıl adımın Fuad olduğunu hissediyorum. 1940’lı senelerde o günkü cebbar yönetimin dayatmaları ile dünyaya gelen çocuklara Metin, Çetin, Oktay, Tekin isimleri taktıkları gibi ebeveynim ağabeyime 1935’ te Gündüz, bana Özen ismini kabul etmiş. İsimleri nüfus memurları takmış. Ahmet, Mehmet, Ali, Hasan Hüseyin gibi isimler vermek yasakmış!
İstemeye istemeye o ismi, İmam Hatip Okuluna gidinceye kadar kullandım. Üstad Hazretlerinin huzuruna kabulüm, hem bir isim tashihi, hem kimliğimin kendi kültürümüze aidiyet siciline kayıt gibi bir hikmet göstermiştir.
Üstad laik mahkemeler boyunca kendi devlet görüşünü savundu. Kendi medeniyet projesini beraatlardan geçirip nesl-i âtiye armağan etti. Devlet mahkemelerinin tescil ettiği bir medeniyet görüşünü, şevketli devlet erkânı kullanmıyorsa suçlu mevkiindedir. Üstad “büyük kafaları gaflet içinde görüyorum!” der. Araştırmalar; Hıristiyanlığın saflaşması yolundaki Avrupa’dan yükselen sesler bu yöndedir. İlim ve sanat buna işaret ediyor. Eğer bir körleşme, sağırlaşma, dilsizleşme söz konusu olmayan müminler gerçek istikametini bulabilecektir. Reçeteler meydandadır. Bediüzzaman Hazretleri Hz. Peygambere (sav. ) iktidâen meydan okumasında. “Tek hayatlı olan meydanıma çıkmasın” buyurdu.
Devletimizin çizgisi, kültür ve medeniyetimiz bakımından Bediüzzaman Hazretlerinin rehberliğindedir. Dostumuz Fransız Prof. Paul Dumont’a göre, “Siyasi suale verilmiş cevap olarak Bediüzzaman’ın Devlet Felsefesine ilave edecek bir şeyimiz yok” tur. Prof. Rémy Brague‘a göre “Beşeri kanunlar insan vicdanını tatmin etmiyor!”. Risale-i Nur okumalarında yüz senedir müspet Avrupa’dan bahsediyoruz. Fakat Avrupa’yla bir kültür diyalogumuz yok! Fuad ismini benimsediğimin özel sebebi hükmî tescildir.
1.KISIM: BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR, RUHUMUN ŞİFRESİNİ VERDİ
2.KISIM: BEDİÜZZAMAN’A YAKLAŞAN DEVLET GERÇEĞİNE YAKLAŞIR
YARIN: DEĞİŞİMİN ŞUURUNU RİSALE-İ NUR CAMİASI KAVRAYAMADI
Suad Alkan Hakkında:
Bediüzzaman’ı 1957 yılında ziyaret eden Suad Alkan 1940 yılında Denizli'de dünyaya gelir. Eğitimini Denizli, Isparta, Konya, İzmir ve İstanbul'da yapar. İstanbul'daki on dört yıllık gazetecilik yaşamını noktalayarak Fransa’ya gider. Sorbonne Üniversitesinde master yaptıktan sonra Paris Protestan Fakültesinde "Risale-i Nur'da Bilim ve Modern Sanat Felsefesi" başlığı altında doktora tezini vererek Doktor unvanını alır. 2002 yılında “Ay'a Senfoni” isimli şiir kitabını yayımlar.