‘İndirilen din’ ve ‘uydurulan din’ söyleminin patenti kime ait, tam bilmiyorum. Sahih kaynaklar ibn-i Teymiyye’yi gösteriyor. İslam’ın ilk kuşağı sahabeden beri bu söylem gündeme gelmiştir daima. İhtilafın tarihi insanlık tarihi kadar eski. İnsan demek ihtilaf demektir. Sosyolojik (dışarıdan) olarak bakıldığında her grup, fırka ve cemaat kendine göre, kendince haklı. Herkes elinde bulunana “hak”, diğerlerine “batıl” diyor. Daha kabul edilebilir yumuşak bir tabirle batıla yakın görüyor.
Hak ile batıl son kertede insan ile somut bir hal aldığına göre kiminki hak, kiminki batıl; ya da kiminki ‘indirilen din’, kiminki ‘uydurulan din?’ Bu işin herkesçe kabul edilen nesnel/objektif bir kıstası var mı? Nesnel bir kıstası yoksa demokratik bir tavırla hepsininki hak, kendine göre doğru diyebilir miyiz? Veya negatif taraftan “indirilen/uydurulan din söylemi saçma çünkü uydurulmamış bir din yok” diyebilir miyiz?
‘Uydurulan bir din’in olması için ortada herkesin (yani bütün Müslümanların) üzerinde ihtilafsız bir şekilde ittifak edeceği ‘indirilen bir din’in olması gerekir. O din hangisi peki? Elbetteki Kuran ve sünnet. Ama hayli mürekkep yalamış, hatırı sayılır modernist/entelektüel bir kesim ikincisini kabul etmiyor. Daha doğrusu ibareyi (sünneti) değil onun medlulünü kabul etmiyor.
Kuran ve sünnet literal (lafzi) düzeyde umumi bir ittifak sağlıyor, bu doğru. Fakat söylemden eyleme, yani ete kemiğe bürünmeye gelince bu ittifak zorunlu olarak ihtilafa bırakıyor yerini. Her grubun Kuran ve sünnet yorumu/anlayışı farklı, kendi usulüne göre. Mesela Ehl-i Sünnet’e göre Mu’tezile fırak-ı dalle; (sapık grup) Mu’tezile’ye göre Ehl-i Sünnet. Modernistlere/mealcilere göre gelenekselciler ‘uydurulan din’in takipçileri; kendileri ise ‘indirilen din’in…
Evvelemirde, yani dile gelenden bağımsız/yalıtık olarak hangisinin düşüncesi ‘indirilen din’, hangisinin ‘uydurulan din?’ Bunu sosyolojik (dışarıdan) olarak tespit etme imkanımız var mı? Sosyolojik bakış bütün gruplara eşit mesafede/nötr yaklaşmayı ilke edindiğinden her grubun söylemini zorunlu olarak -kendilerine göre- ‘indirilen din’ olarak kabul eder. Hepsinin söylemi doğrudan/hakikatten bir parça taşıyorsa eğer yanlış/batıl nerde?
Daha avam bir deyişle “herkesin doğrusu kendine göre doğrudur” demek ne kadar doğru? Bu lanet olası izafiyet çemberinden kurtulmanın bir yolu/yordamı yok mu? Olmalı ama yoksa bile bulunmalı. Doğru ve yanlışın ölçüsü insan değil, amenna! Fakat son tahlilde -özellikle metafizik alanda- bunların pratize edilmesi insan eliyle olan bir şey. Nisbilik/öznellik duvarını aşıp mutlak hakikatle doğrudan ilişki kurma imkanı insana bahşedilmemiş gibi.
Modernistlerin gelenekselcilere ‘uydurulan din’in takipçileri derken kullandıkları dinsel/dilsel malzeme ile gelenekselcilerin modernistlere ‘uydurulan din’in takipçileri derken kullandıkları dinsel/dilsel malzeme arasında akl-ı selimi tatmin edici bir fark var mı? Bilmiyoruz. Hangi akl-ı selim, kimin akl-ı selimi? Mu’tezile akl-ı selim her kişinin mu’tezili olması gerektiğini söyler.
Bizce bu lanet olası izafiyet çemberinden (gerçi “bizce” ibaresini kullanırken bile bu çemberin içerisinde olduğumuzu itiraf ediyoruz) ve yorum anarşizminden kurtulmanın tek yolu ârif yazarımız Yusuf Kaplan’ın kavramsallaştırmasıyla “Ehl-i Sünnet ana omurgasıdır.” Bu ana omurga ‘indirilen din’, diğerleri buna uyumluluğu/uyumsuzluğu nispetinde ‘uydurulan din.’
Haklılık payını her gruba eşit derecede dağıtmak yerine (çünkü bu, hakkın ontolojik temelinin altına dinamit döşemektir) hakkı, yani ‘indirilen din’i ana bir kaynağa ve mümessillerine bağlamak daha tutarsız bir tutum gibi görünüyor. Aksi halde Mücahit Bilici’nin dediği gibi “indirilen/uydurulan din söylemi saçma çünkü uydurulmamış bir din yok” dememiz kaçınılmaz olur.