Başarılı çocuk eğitimi, mutlu aile olabilmenin şartları konularında bir şeyler yazmaya ve söylemeye korkarım.
Bir zamanlar bir gazetenin ekinde çocukların yetiştirilmesi ile ilgili çıkan seri yazıları kestim dosyaladım. O sıralar çocuklarım biri beş yaşında diğeri üç yaşındaydı. Çocuklar doğduğunda bebek iken de birkaç kitabı satır satır takip ediyor, çocukların boy ve kilolarının kitapta yazılanlarla karşılaştırıyordum.
Gazeteden kestiğim küpürlerin yazarı ile bir zaman geldi tanıştık. Yazılara baktım bir de arkadaşımıza, adam bekâr. Eve döndüğümde kesip dosyaladığım küpürleri yırtıp çöpe attım. Bekâr adamın çocuk yetiştirme üzerine yazdığı şeylerin hiçbir anlamı yoktur diye…
Yıllar çabuk geçiyor. Çocuklarımız büyüdü. Üniversite okudular. İş, eş, çocukları oldu. Bizim de torunlarımız oldu. Elhamdülillah.
Teori, pratik yazılanlar ve yaşanması gerekenlerin hepsini yaşadık.
Eğer tecrübenin bir anlamı varsa epey tecrübe sahibi sayılırız. Konu ile ilgili epey doküman taradığımı da iddialı beyan edebilirim. Ancak nasihat ve ders verecek birikimi, yetkinliği, yeterliliği ve imtiyazı kendimde göremiyorum. Büyük laf etmekten korkuyorum…
Çocuklarım konusunda arzu ettiğim hayat formatı olarak Rabbime hadsiz şükürler olsun şikayetçi olabileceğim bir durum yok. Onlarla iftihar ediyorum. Yine de birilerine ders verme yetkinliği ve yeterliliğinde iddiasında olamam diyorum…
Aile ve çocuk konusu kalıplar ve ölçülerle izah edilemeyecek kadar çok boyutlu bir konu. Her insan özel. Her aile nevi şahsına münhasır bir âlem. Ortak değerler ve prensipler üzerinde inançlarımız ve referanslarımız var. O ayrı mesele.
Ancak ortak prensipler ve modellemelerle her çocuğun ve ailenin özelinde çözüm üretilemez. Muktezay-ı hâl ilcaat-ı zaman, şartlar problemler ve olan sayısız unsurların her birinin ayrı etkinlik değeri var.
Bu konuda cesurca yazan ve konuşanlar, başka deyimle büyük söz söyleyenlerin çoklarından kendi hayatlarında örnek bir resim ortaya koyamadıkları örnekleri maalesef çok. Kimseyi kınamıyorum. Çocuk ve aile meselesi en büyük imtihanlardandır. Kimse kimseyi kınamasın. Herkes birbirine samimi duacı olsun.
Şimdi bu uzun girişten sonra yazının konu başlığı olan gündeme gelelim.
Niçin uzaylı üniversiteli gençlik deyimi kullanıldı?
Efendim çocuklarımız bize Allah’ın en büyük lütfudur. Çocuk sevme duygusu onlar için fedakârlığın en üst derecesini ortaya koyarız.
Aman oğlum/kızım âhlâkı düzgün, inançlı, terbiyeli, anne babaya saygılı, topluma, vatana memlekete faydalı bir insan olsun. Dinini diyanetini kültürel değerlerimize vakıf olsun temennimizdir.
Ancak; okulunda başarılı olsun, iyi bir liseye oradan iyi bir üniversiteye oradan kredibilitesi yüksek bir meslek sahibi olsun.
Hele şu sınavları başarıyla tamamlasın da hayata dair imana, İslâma dair konuları sonra boş zamanları çok olacak öğrenir deriz. Son cümle bilinç altında çok etkilidir. Bir önceki din iman, İslam, âhlak, terbiye ve hayata dair öğrenmesi gereken şeyler üçüncü dördüncü sırada öneme sahiptir.
İlk, orta, lise üniversite, vize, final, diploma, iş, eş kariyer derken gencimiz otuz yaşına merdiven dayamıştır.
Hayat okur yazarlığı veya hayatın cahili
Çok sınav sorusu çözmüş ama hayata dair lazım olan basit şeyleri bile öğrenme fırsatı olmamış. Aile demiş; “Aman evladım sen yeter ki dersine çalış ben ne lazımsa hemen temin eder gerekeni yaparım.” İma yollu istekler derhal yerine getirilmiştir.
İyi bir işi olduğu için uygun zannedilen aynı seviyede donanımlı bir de eşi vardır. Genç eşlerin ikisinin de hayat okur yazarlığı yoktur. Rasyonel düşünürler. Mantık evliliği yapmışlardır. Kendilerine göre doğru ve yanlışların mantığına vakıftırlar.
İşte hayat oyunu teorik yazılan senaryoya göre sahnede gerçekleşmez. Senaryonun satır araları tahmin edilememiştir. Tarafların mantıkları zaman zaman kesişmeye ve çatışmaya başlar. Eften püften meseleler yüzünden, hatta diş macunu tüpünü belinden veya altından sıkmak bile çatışma nedeni olabilir.
Boşanma istatistikleri her geçen gün artıyor. Dindar bildiğimiz camiada da…
Hayatın gerçekleri içinde daha neler problem olarak karşılarına çıkar. Arka planda gençlerin aile büyükleri vardır. Gençlerin üzerinde nüfuz ve etkinliklerini ortaya koyabilmek için ip çekme yarışı başlar. Bir zaman gelir arkadakiler çocukları asıla asıla ipi koparabilirler.
O arkadakiler var ya… Dini diyaneti iyi bilen gön görmüş çile çekmiş oldukça tecrübeli insanlardır. Tecrübelerine yükledikleri önem çocukların yeni kurulan aile hayatını devamına değil çözülmesinde etken olabilir.
Buraya kadar meseleye niçin tersten olumsuz yaklaştığım eleştirilebilir. Eleştirenler de haklıdır, yazılanlar haklılık payı küçümsenmeyecek kadar önemlidir.
Hayatı Iskalama lüksün yok
Savaş Şenel isimli eğitimci yazarın bir kitabının adı böyle. Bir zaman tanıtımını yapmıştım. Aynı noktaya dikkat çekmek isterim.
Efendim gençlerimiz hayatın en verimli çağında hayatı ıskalayarak geçiriyorlar.
Hayata dair bilinmesi gerekenleri önem ve önceliklerine öğrenmeden ömrün yarısı geçiyor. Her yaş döneminde yaşanması ve yapılması gerekenler vardır ki, illa ki yaşanmalı. Belgesellerde görüyoruz, hayvanlar yaratılıştan hayatın gereklerini öğrenmemiş olarak dünyaya geldikleri halde yine de avlanma gibi konularda eğitiliyorlar.
Ya bizim çocuklar. Hiçbir derdin, problemin, sosyal sorunların, herhangi bir düşüncenin, davanın, acıların, sevinçlerin nasıl yaşandığını bilmiyorlar.
Bir şeyi dert edinmeyince davaları da olmuyor. Davası olmayanın değeri olmuyor. Sahneye konulan hayat oyunun aktörleri değil figüranları oluyor. Özne değil nesne oluyorlar.
Sanattan edebiyattan spordan, aktüaliteden de habersizler. Sivil toplum mensubiyeti nedir bilmiyorlar.
Çünkü zamanında, “aman yavrum sen dersine çalış senin neyine memleket halleri...” denilmiş.
Onlar da öyle yapmış. İletişim ve bilişim teknolojilerinin en son modelini kullanıyorlar fakat iletişim yok hayatlarında… Yalnızlar… Kızılay’da, Taksim’de kalabalık içinde yalnızlar.
Sonuç:
Uzaydan gelmiş üniversite gençliği. Dünyaya uzaydan gelmiş, mel-mel etrafa bakıp anlamaya çalışan uzaylı ucube üniversite mezunu gençlik…
Tablo bu kadar hazin mi? diye soruyorsunuzdur. Elbette genelleme insafsızlık olur. Ancak büyük bir kitle var ki tarifi yapıldığı (Şekil A da) görüldüğü gibidir.
Bizlerin sorumluluğunu azaltmaya yetmez. Mazeret hakkımız yok.
Çocuklarımız hayatı ıskalamadan her dönemde tam yaşamalı.
Tam buğday ekmeğini çocukluğumuzda köyde esmer oluyor diye beğenmezdik. Haftada bir pazardan gelen beyaz ekmeği esmer ekmeğe katık yapardık.
Halbuki ekmeğin de hayatın da kepeği faydalı olduğunu elli küsür yıl sonra öğrenebildik. Hayatı da kepekli yaşadık. Çok şükür ki, öyle yaşamak nasip olmuş
Hayatın kepeği yaşanması gereken inişler, çıkışlar, zorluklar, çileler, dertler, diğergamlık, feragat, fedakârlık, yardımseverlik, sosyal hayata katkıda bulunmak gibi pratiklerdir.
Ha akvaryumda yetişmiş ha uzaydan gelmiş. Aynı şey. Bağışıklık sistemi gelişmemiş gençlik bizim eserimiz. “Ben çile çektim çocuğum çekmesin” temennisi ile iyilik zannıyla fenalık yaptığımızın farkında mıyız?
Kişisel gelişime muhalif duranlara ithaf olunur.