VAHAPZADE’NİN ÜLKESİ AZERBAYCAN
Bahri YAĞMUR
Ayrılır mı gönül candan
Türkiye Azerbaycan’dan
10.45’te Ankara’dan Bakü’ye hareket ettik. Çankırı, Trabzon, Batum üzerinden geçtikten sonra yaklaşık iki buçuk saat süren bir uçuştan sonra Bakü semalarındaydık. İlk başta derin bir hayal kırıklığı yaşadığımızı söylemeliyim. Bozkırın ortasında petrol kuyuları ve rafinerileriyle çevrili bir şehir, varoşların izbe görüntüleri, siyah-gri beton yığınları içinde bir avuç yeşillik, değişik renklerde küçük göletler...
Saatlerimizi Azerbaycan saatine göre ayarladığımızda zaman yönünden iki saat kadar karımız oluyor. Havaalanından kalacağımız eve giderken Bakü’nün hiç de yukarıdan göründüğü gibi olmadığını fark ediyoruz, şirin ve sıcak bir şehir...
İlk işimiz meşhur Azadlık Meydanı’na gitmek oldu. Uzun yıllar Türkiye’de yaşamış mihmandarımız Fuat’ın anlattıklarına göre Azerbaycan bağımsızlığını kazandığında bu meydanda iki milyona yakın insan toplanmış ve muhteşem bir kutlama yapılmış, bu kutlamanın bir benzeri ise Türkiye, dünya kupasında derece aldığında görülmüş. Meydanın bitiminde sahil ve Hezari kucakladı bizi... Azeriler Hazar Denizi’nden esen rüzgara “Hezari”, karadan esene ise “Berri” diyorlar. Bakü’de an yok ki rüzgar olmasın. Zaten ismini de bundan almış, Bakü Arapça’da “hortum” anlamına geliyor.
Sahil boyunca geniş ve büyük bir yürüyüş alanı mevcut. Buraya akşamları iğne atsanız yere düşmüyor. Bu alanı geçerek meşhur “Mirvari Restoran”a geldik. Mirvari, nehirden çıkan inci tanesi anlamına geliyor, restoranın mimari tarzı ise ismiyle müsemma... Yemek öncesinde meşhur “acıga”nın yanısıra çeşitli garnitürler yetirmeyi ihmal etmiyor, garsonlar. Acıga, adından da anlaşılabileceği gibi insanı acıktıran domates ve biberin yanı sıra çeşitli baharatlardan oluşan bir karışım. En meşhur yemekleri kebaplar oluşturuyor ve tabii ki başta lüle kebabı. Lüle bizdeki Adana kebabına benzer bir kebap türü. Balık pastırması ve hama adı verilen süt ile tereyağı tadı arasındaki yiyecekleri bize yabancı olmasına rağmen oldukça lezzetli. İçki oldukça yaygın. Kendi tabirlerince bize “kulluk eden” garsonlar enva-i tür içki adı sayıyorlar arak -rakı-, votka, bira vs. Ancak kullanmadığımızı söylediğimizde mahcup bir edayla ayrılıyorlar, yanımızdan. Masamızdaki meyve suları, ketçap vs. Türk firmalarının buraya ithal ettikleri ürünler arasında.
Para birimleri Manat. Azeriler paraların üzerlerindeki figür ve resimlere göre onlara çeşitli isimler takmışlar. Beşbin Manat’ın üzerindeki Mehmed Resulzade’nin resminden dolayı buna “Memed”, onbin Manat’a Şirvanşahlar Sarayı’nın resminden dolayı “Şirvan”, en büyük paraları olan ellibinliklere ise yine üzerinde Nahçıvan’a ait bir resim bulunduğundan “Nahçıvan” adını veriyorlar.
Bakü’nün şehir merkezi hariç hemen her yerinde petrol kuyuları mevcut. Hazar’ın ortasındaki devasa petrol kuyularını gördüğümüzde buranın taşının da toprağının da denizinin de altın olduğunu düşünüyoruz bir an. Azeriler bu kuyulara “neft quyuları” diyorlar. Azerbaycan ekonomisin temelini petrol ürünleri ve doğal gaz oluşturuyor. Bu pazarın büyük bölümünün Amerikan, İngiliz gibi “gelmeler”in elinde olduğunu öğrendiğimizde büyük bir hüzün yaşıyoruz. Petrol ve doğal gazın yanı sıra hayvancılık, sanayi, madencilik, dış ticaret alanlarında da büyük yatırımların varlığı dikkatimizi çekiyor. Hem Azeriler, hem de dışarıdan gelen yatırımcılar Azerbaycan’a 10 yıl sonrasının Dubai’si olarak bakıyorlar.
Buradaki Türk yatırımcıların faaliyetleri anımsanmayacak ölçüde büyük, ancak yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Şu an Azerbaycan’da 300’e yakın Türk şirketi faaliyet göstermekte, toplam yatırım miktarı 2 milyar dolar olup, bu şirketlerde yaklaşık 30.000 işçi istihdam edilmekte. Azerbaycan’ın hemen her şehrinde Türk işletmeci ve işadamlarıyla karşılaşmanız mümkün. Petrol ürünlerinden tekstile, gıdadan mobilyaya, basından eğitime kadar pek çok alanda faaliyet gösteriyorlar. Azerbaycan stratejik açıdan oldukça önemli bir bölgede. Burada “istihsalat” –üretim- yapan bir şirket ürettiği malları Rusya, İran ve diğer Türk Cumhuriyetlerine oldukça rahat ve kolay bir şekilde ulaştırabiliyor. Ancak son dönemlerdeki gümrük oranlarının artmasıyla ticaretten çok üretime ağırlık verilmiş durumda. Bir tır dolusu ticari mala mukabil ödenen miktar oldukça yüksek. Buna rağmen Azerbaycan, her yönden büyük bir pazar ve işin enteresan yönü bu pazarda hemen her malın alıcısının olması.
İnsanların Türkiye ve Türk insanına karşı muazzam bir sempatisi var. TV kanallarımızı izliyor, şarkıcılarımızı dinliyor, bizim derdimizle dertlenip bizim sevincimizle seviniyorlar. Türkiye’nin dünya kupasında gösterdiği başarıda Azadlık Meydanı’nın tıka basa dolduğunu, en az Türkiye’deki kadar sevinç gösterisinin yapıldığını, hemen her evde bayrağımızın açıldığını söylüyorlar, Azeriler. Ancak Türkiye’den gelen bir takım insanların bu samimi havayı zaman zaman bozduğunu da dile getirmiyorlar değil. Ev sahibimiz Ali, evini bize kiralarken mahçup bir eda ile “Aslında Azerbaycan’a gelen konaklarımıza -misafirlerimize- biz öz evimizi açıyorduk ama baktık ki hepsi aynı değil. Evimizde misafir ettiğimiz Türklerin bazıları hırsızlık yaptı, bazıları ticari anlamda bizi aldattı. Anlayacağınız ağzımız sütten yandı, şimdi yoğurdu üfleyerek içiyoruz, kusura bakmayın.” Diyerek bize mazeretini iletmeyi ihmal etmedi.