Prof. Dr. İhsan Sâfi’nin yazısı
Ömrü Kur’an ve iman hizmetiyle geçen -hem de dolu dolu- Vahdet abinin ani ve bizleri büyük bir üzüntüye duçar eden vefatı bana Risale-i Nur’un en güzel ve zevkle okunan yerlerinden ve insana kuvvetli bir imanı kazandıran ve muazzez üstadımızın ilmî kerametinin parlak misallerinden birisi olan “Yirminci Mektub”un şu yerini der hatır ettirdi:
وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar.
İşte merhum Vahdet abi de bu imtihan yeri olan dünyaya ticaret ve memuriyet için gönderildiğini bilen akil insanlardandı.
Yunus Emre’nin:
Benüm bunda karârum yok / Ben bunda gitmege geldüm,
Bezirgânam metâ‘um çok / Alana satmaga geldüm
dediği gibi bir gün ticaretini yapıp vazifesini bitirip hizmetini tamamladıktan sonra onu gönderen “Yaratıcı”sına döneceğini, kavuşacağını bilen ve ona göre hareket eden kâmil insanlardandı.
Ömrü hep hizmette koşuşturmakla geçti. Yaşı ilerledikçe yani ihtiyarladıkça duracağına, dinleneceğine, bir köşeye çekileceğine aksine saff-ı evvel abilerde gördüğü gibi artan enerjisiyle daha da hizmetlerde devam ediyordu. Vahdet abi zamanı değerlendiren ve gelecek kaygısı taşımayan büyük insanlardandı.
Yani kısaca söylemek gerekirse hayatını Allah’a, İslamiyet’e, iman hizmetine vakfetmişti. Herkesin dünyaya daldığı, ölümü unuttuğu, hayata taparcasına bağlandığı, geçim derdiyle sarhoş olduğu bu acip asırda onda hayat hırsı, hayatını güzelce yaşamak, hayatın zevklerini aramak düşüncesi yoktu. Biraz daha edebî bir dille söyleyecek olursak Vahdet abi, Ali Ulvi Kurucu abinin Tarihçe-i Hayat’ın “Önsöz”ünde dediği gibi: Dünyadaki mehtap gönlüne kandil olamamış nadir insanlardandı.
Vahdet abi, nefis ve malını Cenâb-ı Hakka satmanın ve O’na abd ve asker olmanın ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlayan bahtiyar insanlardandı.
Kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı kıyamet gününden korkup sabah akşam Allah’ın isminin anılmasına, yüceltilmesine çalışan, hiçbir şey onu bunu yapmaktan alıkoyamayan sayıları az olan ve gittikçe azalan bir takım insanlardandı.
Hayatında anlaşılamayan, kıymeti sonradan bilinen, büyük insanlardandı.
Üstadımıza, abilerimize belki büyük bir ihtimalle Allah’ımıza verdiği sözü tutup ömrünün sonuna kadar mücerret kalan vakıf insanlardandı.
Üniversiteyi bitirince beni yanına aldı. Üç yıl bilfiil beraber kaldık. Öyle anlar geldi adeta ikinin ikincisi idik. O kadar azdık ve yakındık. Bu sırada pek çok kerametine şahit oldum. Fakat o velayet derecelerinden feragat edip Risale-i Nur’u bırakmayan Isparta kahramanlarına arkadaş olmak istiyordu. Bana da “sen talebe olarak kal, böyle makamlara talip olma” tavsiyesinde bulunmuştu. Vahdet abi; yeme içmesinde, giyim kuşamında ve diğer yaşantısında dünya zevki namına bir şey bilmeyen tam bir yeni zamanlar dervişi insanlardandı.
Vahdet abi, haşin ve sert görüntüsü altında son derece şefkatli ve merhametli bir ruh taşıyan güzel insanlardandı. Yanımıza “ve hasüne ulaike refika” (Nisa, 69.) diyerek gelirdi. Namaza bizi, “bu ezanlar kimin için!” diyerek kaldırırdı. Bize birisi bir şey yaptı mı, “Onun adına senden ben özür diliyorum!” derdi. Böyle hak taraftarı insanlardandı.
Kendisine yapılanlara, onun için söylenenlere asla itibar etmezdi, bunlardan da şevki kırılmazdı. Asla kimsenin arkasından kötü bir laf etmezdi. Çünkü müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve hasedin çirkin ve merdut, muzır ve zulüm ve hayat-ı beşeriye için zehir olduğunu bilen insan olabilen insanlardandı.
Merhum Vahdet abinin meziyyetleri çoktu. Fakat o bunları hafa toprağında saklamayı başarabilen mütevazı insanlardandı. Biz İstanbul hayatına şahit olduk. Fakat Erzurum hayatını hatıralardan dinledikçe, bunu çok daha iyi anladık. Vahdet abiyi anlamak, ona eşlik etmek, ayak uydurmak kolay değildi. O farklı bir âlemdeydi. Manevi yönü bir yana zekâsı da yüksek birisiydi. Ben hep ona engel olmamak için uğraştım. Ayak bağı olmadık ise ne mutlu bize.
Onunla ilgili hatıralarımızı bir başka yazıya havale ederek, bu vesileyle kendisine Cenab-ı Allah’tan sonsuz rahmetler diliyorum. Ona hüsnüzan ediyoruz ve onu aynen hayattaki gibi Risale-i Nur'la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehitler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyoruz. Ve ona: “Yarabbi, Vahdet abiyi kabrinde Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı Kur'âniye ile kemâl-i ferah ve sevinçle kıyamete kadar meşgul eyle!” diye dua ediyoruz. Âmin. İnşaallah.