Dr. Ünal Akyüz'ün yazısı
Vahdet Ağabeyin her insanın kabiliyetine uygun davranma, her olayın gidişatına uygun söz söyleme gibi önemli bir özelliği vardı. Olayların hemen akabinde muhatabın kabiliyetine göre hemen yanlışını ya da hatasını yüzüne vurmaz yeterince zaman beklerdi. Yeri ve zamanı geldiğinde olay soğuduktan sonra kalbini kırmadan bir menkıbe ya da ders ile kendisine anlatırdı.
İstanbul’a ilk geldiğim zamanlarda kaldığımız Soyak Dershanesi’nde ilk günlerimizdi. Çarşamba akşamı ders günü olduğundan evin genel temizliği ve yemek yapılması gerekiyordu. Ben nöbetçi olmama, ikindi vaktini geçmiş olmasına rağmen henüz hiçbir şey yapmamıştım. O arada Vahdet Ağabey geldi, bir şey söylemeden, eline süpürgeyi alıp hemen evi süpürmeye başladı, ben büyük bir mahcubiyet içerisinde iken hemen sonra mutfağa geçip bulaşıkları da yıkadı. "Ben yapayım" diye elinden almaya çalışırken "hepimiz kardeşiz kimin yaptığı fark etmez" dedi. Ondan sonraki hafta o gelmeden her tarafı temizlemiştim.
Vahdet Ağabey eğitim konusunda hem Dünya hem de Ahiret meselelerinin beraber gitmesini önemserdi. 1990’lı yılların başlarında bilgisayar, internet kullanımı ve yabancı dil bilgisi öğrenme konusunu çok teşvik ederdi. Yüksek lisans ve doktora yapma konusunda hassastı. Amerika’da master için vizem çıktığında "gerçi bize çok lazımsın ama durma git" diyecek kadar ufku geniş bir zattı.
Fakülte dershanesine gelen Amerikalı ve Arap yabancı misafirler vardı. Ben Yüksek lisans öğrencisi idim. Bana "git onlarla sohbet et" dedi. "Ben yabancı dil bilmiyorum deyince" bana dedi ki; "Ünal Paşa bu asrın en çok lazım iki şeyi olan bilgisayar ve yabancı dili iyi öğrenmemiz lazım" demişti.
Kimsenin pek önemsemediği hatta kullanımı dolayısı ile eleştirdiği zamanlarda insanların sosyal medyaya olan düşkünlüklerini keşfetmiş hemen kullanmaya başlamış, paylaşımları ile takipçilerini müspet bir yolla yönlendirmesini yapmıştı.
Ders yaptıkları zamanlarda sohbetlerini konu ile ilgili ayet, hadis, sahabe örnekleri yanında günümüz meseleleri ile bağlantısını kurarak sağlam bir zemine dayandırırdı. Ders esnasında yeni gelenlerle bile ilgilenir ayakta kalmamasına özen gösterirdi, aç olup olmadıklarını sorar yemek yememişlerse mutlaka yemek yedirirdi. Çay aralarında yalnız kalan kimseleri ya yanına çağırır ya da birisini sohbet etmesi için kişinin ilgisine ya da seviyesine uygun birisini yanına gönderirdi.
Yedi, sekiz, on, on üç, yirmi beş, otuz beş, elli beş, fark etmez değişik yaş gruplarındaki her talebesi ile ayrı ayrı ilgilenmesini bilir ve yönlendirme yapardı. Fakat bunu muhatabın anlayışına ve seviyesine uygun yapmasını bilirdi. Esnaf ziyaretleri ile insanların ilgilerini canlı tutardı.
Sıkça yaptığı yurt gezilerinde hızlı araba kullanmasının yanında talebelerin yüzme, kaplıcaya götürme gibi aktiviteler ile helal zeminde eğlenmelerini kendisi de teşvik ederdi. Kitap okumayı sadece evde okumaya bağlamaz, arabada iken de sürekli okutur ve dikkatlice dinlerdi. Okuması çok geri olanları bile saatlerce sabırla dinler ve yanlışlarını düzeltirdi.
Bunların hepsini yaşatarak deneyimleri ile kuru bilgi satmazdı. Ruh ve beden ilişkisinin gelişimini dengelerdi. Koşulsuz, eklentisiz ve beklentisiz sevmeyi ilk deneyimlediğimiz gönül erbabı ağabeyimizdi. Anne, baba, eş, çocuk vb herkesin bir birinin nefsinden bir beklentisi vardır ve bu içtimai hayatta tabii olandır bir noktaya kadar. Oysa ki onun hiç nefsi için bir beklenti ile amel işlediğine şahit olmadım.