بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
İbrahim Suresi 24. Ayet'te şöyle buyrulur:
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ
اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓا
"Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir."
Hz. Muhammed Mustafa (asv) buyurdu ki:
"Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman eden kimse sözün mutlaka hayırlısını söylesin, ya da konuşmasın.”
Üstad Bediüzzaman ise Divan-ı Harb-i Örfi'de şunları der:
"Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, ta ispat ve iknâ etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, ta muvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i muknî olmalı, ta muktezâ-yı hâl ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin. Ve mizan-ı şeriatle tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır.
***
1-Her nur talebesi özellikle; vaiz, imam hatip olanlar, araştırmacı alim olmalı ki, iddia ettiklerini ispat ve ikna etmeliler.
Her nur talebesi öncelikle hatip ve vaiz olanlar, hakim ve dikkatli bir hikmet ehli olmalı ki, şeriatttaki dengeyi bozmayıp korusun.
Nur talebesi bilhassa topluma, cemaate hitap edip konuşanlar, tebliğ ve nutuklarında ikna edip müsbet kanaat oluşturmalı. Yaşanan ortama uygun ve zamanın ruhuyla uyumlu sözler söylemeli. Ağzından çıkanı şeriat mizanıyla, ölçüsüyle tartabilmeli.
2- Nurcu şakirt ve vaizler, muhataplarını geçmiş zamanın şartlarında varsayıp konuşarak ikna edip izan oluşturamaz, yani vicdanlarca tasdik edilmesini yani i'zan edilmesini bekleyemez.
Geçmişin övgüsünü dinleyen de, "aklıma yattı ve bana lazım" seviyesine erişemez. Ancak hamasetle coşturabilir.
Vicdanlarda onaylanmayan söz, itikat ve iman haline gelemez ve eyleme dönüşemez.
İçinde yaşadığı çağ gerçeklerini, geçmiş devirlerle kıyaslayarak, geçmişi parlak ve değerli göstermek işe yarar bir hitap olabilir mi?
Geçmiş asırlarda; kalpler saf ve alimlere inanç tamdı. Bu zamanlarda delil ispat gerekmezdi. Çağımızda iddiayı tasvir edip süslemek, insanları etkilemiyor. İnsanların kalbine dokunmak için, iddiayı ispat, ikna ve bilfiil yaşamak şart.
Mesela; "bir gece namazı kılmak, hac yapmak kadar sevaplıdır" ya da "gıybet etmek zina etmekten daha günahtır" gibi ayar bozucu sözler söylemek mizanı bozar.
Bu mizansızlığı, selim akıl ve vicdanlar reddeder ve hatibi zihnen mahkum edip itibarsızlaştırır.
Maalesef, bugün bile fetvacı bazı alimler, siyasi taraftarlık adına şeriat mimarisini bozmaya devam ediyor.
Mesela, "yolsuzluk hırsızlık değildir" diyerek, tüm kamuya zarar veren yolsuzluğu küçültüp, ferdi bir hırsızlığı büyüterek bu şer'i dokuyu tahrip ediyor.
Nur talebesi hatip ve vaizlerin, camilerde İslami, imani hakikatları, etkili anlatabilmeleri için bazı kuralları belirterek konumuzu bitirelim.
A- Her şeyden önce ihlaslı bir hayat yaşamak, samimiyetle ve hiçbir beklentiye girmeden vaaz edip hitap etmek.
B- Hitap ve sözlerini öncelikle, kendi nefsine söylercesine konuşmak.
C- Hitap ve vaazda gerekli tüm, iç-dış şart ve söz söyleme kurallarına dikkat etmek.
Ç- Söz insanın, neresinden çıkarsa muhatabın orasına gider.
Kalpte pişen dimağda kıvama eren kelam, karşımızdakinin de gönlüne ve zihnine gider. Gırtlaktan çıkan bir laf, işitenlerin bir kulağından girip öbür kulağından çıkar.
D- Vaiz ve hatip yaşayıp yaptığını anlatmalı ve örnek vermeli.
E- Natık kişi, anlattığı konuya, bir öğrenci gibi çalışıp hazırlanmalı.
F- Resmi kural ve kayıtların özünü bozmadan, değiştirebilme maharet, bilgi ve becerisine sahip olmalı.
G- Konuştuğu cemaatin genel yapısını, özellikle kişileri, şahsen de iyi tanımalı ve cemaatçe de iyi insan olarak tanınmalı.
H- Hitap ve vaaz işini, hayatının en değerli ve kıymetli işi olarak görmeli. Peygamberlik mesleği yaptığının bilinç ve idrakinde olmalı.
I- Bu vazife ve ödevi yaparken olabilecek tüm olumsuzluk ve engelleri de hesap etmeli. Mümkünse; yedek bir iş ve geçim yolu hazırlamalı. Hatta şikayet edilme ve tutuklanmayı da göze almalı...