Risale Haber-Haber Merkezi
Sabah yazarı Emre Aköz, Atatürk ile ilgili ilginç yazılar kaleme aldı. 10 Kasım tarihli yazısında "Atatürkçü değilim" diyen Aköz, şunları yazdı:
"Benim tavrımı biliyorsunuz: Atatürkçü değilim. Kemalist hiç değilim.
Atatürk'ün adını kullananlardan ve de onun adına konuşanlardan hoşlanmam. Çünkü onlar, bugünkü çıkarları için, geçmişin suyunu çıkartanlardır.
Hatırlayın; nelere tanık olduk bugüne dek:
Kimileri Amerikancı darbe yapmak için kullandı (Kenan Evrengiller)... Kimileri Baasçı devrim yapmak için (İlhan Selçukgiller)... Kimileri de mayo ve gömlek satmak için!
Kusura bakmayın; ben onlardan değilim.
Sabah 9.05'te sokaktaysam saygı duruşuna geçerim. Akşam da aziz hatırasına bir kadeh rakı içerim. Ama o kadar!
Laikliği, modernleşmeyi, demokrasiyi, hukuk devletini savunmam için kendi aklım ve bilgim bana yeter."
Aköz, bugünkü yazısında ise Atatürk döneminde Türkiye'nin çok kötü yönetildiğine dikkat çekti.
İşte Aköz'ün bugünkü yazısı:
"Vampirlere laf anlatılabilir mi?
Baştan bellidir: Her 10 Kasım'da, medyanın tabiriyle, Atatürk'ü 'özlemle' anarız. Anmak gayet normal tabii... Hiç itirazım yok. Ama iş "özlem" faslına geldi mi... Orada durup düşünmek gerek.
Neyi özlüyorsun?
Niye özlüyorsun?
Gündemin güneşten de sıcak konusu, Kürt Sorunu. Örneğin bu konuda Atatürk dönemini özlüyor musun?
Valla ben hiç ama hiç özlemiyorum.
Sebebini anlatayım mı?
***
Liseyi bitirdiğimde sadece 1925'teki Şeyh Sait İsyanı'nı biliyordum. O da 'Kürt İsyanı'ndan ziyade, yabancı devletlerin kışkırtmasıyla harekete geçen 'şeriatçıların isyanı' gibi öğretilmişti. Yeşil bayraklar filan...
Üniversitede sosyoloji okudum ama kimse Kürt Sorunu'ndan söz etmedi.
Ne zaman PKK saldırıları başladı, o vakit işin rengi değişti. Sadece ben değil, bütün arkadaşlarım allak bullak oldu. Cehaletimizi biraz olsun kırmak için okumaya başladık.
Baktık ki olay bambaşka:
Ağrı İsyanı var; yıl 1930...
Dersim İsyanı var; yıl 1937...
"Dünyanın ilk kadın savaş pilotu" diye övündüğümüz Sabiha Gökçen'in, kadın-yaşlıçocuk demeden köylere bomba attığını öğrendik mesela.
Meğer bunlar büyük isyanlarmış.
O dönemde, irili ufaklı, toplam 16 isyan meydana gelmiş.
Bunları öğrenince, aldı beni bir düşünce.
***
Yaşadığım büyük hayal kırıklığını biraz olsun hayal edin lütfen:
İlkokuldan beri Atatürk döneminin ne kadar şahane olduğu öğretilmiş. Okuldaki ders yetmemiş, bir posta da evde dinlemişim... Gazete, radyo ve TV'de de aynı şey anlatılmış.
Derken Atatürk döneminde, Türkiye'nin neredeyse yarısının, sürekli savaş halinde olduğunu öğreniyorum.
İnanılır gibi değil!
Adeta filmlerdeki o ünlü repliğin tam tersi bir durum: "Senin annen bir melek değildi yavrum."
Böylece Atatürk dönemindeki 16 isyanın ne anlama geldiğini kavrıyorum: Kötü yönetim!
Belli işte: 1938'e kadar Türkiye çok kötü yönetilmiş. Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü ve GK Başkanı Fevzi Çakmak, Kürt Sorunu'nu 'çözmeye' değil, 'yok etmeye' çalışmışlar.
Peki, başarmışlar mı?
Başaramadıkları apaçık.
Bütün bunları öğrendikten sonra ben Atatürk'ü nasıl özleyeyim? Onun dönemine nasıl 'Altın Çağ' diyeyim?
***
Geldik bugüne...
25 yıldır süren bir kirli savaş: 40 bin can gitmiş. En az 300 milyar dolar harcanmış. Sakatlıklar ve manevi kayıplar cabası...
Ama Meclis'ten inanılmaz bağırtılar yükseliyor:
CHP 'çözülmesin' diyor.
MHP 'çözülmesin' diyor.
Çeyrek asırdır süren acılardan hiç mi ders alınmaz yahu?
TSK önderliğindeki 'yok etme' stratejisinin başarısız olduğunu kabullenmek bu kadar mı zor Allah aşkına?
Olmadı işte.
Atatürk döneminde de olmadı, şimdi de olmadı. Bir de barışçıl çözümü denesek, ne kaybederiz?
Fransa ile Almanya yüzyıllarca savaştı. Birbirlerini doğrayıp durdular. İnanılmaz acılar çekildi.
Ama şimdi Avrupa Birliği'nin başat ülkeleri olarak işbirliği yapıyorlar.
Komşu olup da birbiriyle kapışmamış kaç devlet, millet ya da halk, grup var şu dünyada?
Akan kana bir yerde son vermek gerek. Sadece kan değil elbette... Öç duygularını da bastırmak şart!
Bendeki saflığa bakın ki vampirlere laf anlatmaya çalışıyorum.