Vanlı bir hacı ağabeyin anlattıkları birçok kişinin kulaklarını tıkadığı, yüzünü çevirdiği, köşe bucak kaçtığı bir hakikatı teyid eder türden.
Van depremini ilahi ikaz olarak yorumlayanların adeta toplum tarafından sanal linç edildiğini gördük günlerce. Evet, her doğrunun da bir söylenme üslubu, edebi olmalıdır. Vanlı kardeşlerimizi hakir görenler değil kastım. Fakat insan eline iğne batsa “Neden bu acıya müstehak görüldüm acaba?” diye düşünmeli. Zira insanı terakkiyata ulaştıran yol bundan geçer.
“Van’da deprem!” başlıklarını gördüğümüzde hemen herkesin aklına yeni şehit verdiğimiz 24 askerimizin de etkisiyle “Terör” geldi. “24 tane yiğidi toprak sessiz sedasız kabul edemezdi zaten!” dedik. Esasında ben hala böyle düşünenlerdenim fakat bir farkla;
lanetler okuduğumuz vatan hainlerinin döktükleri kanlar, gözü yaşlı bıraktıkları yavrucaklar, analar-babalar tahammülü güç şeyler elbette. Bu inkar edilemez bir çirkinlik fakat kendimize “bizim hiç mi hatamız yok acaba?” demezsek terakki edemeyiz. Zira Risale-i Nurun nuruyla aydınlanan bir beldede ne terör hakim olabilir ne de başka bir çirkinlik…
Van ki; tarihte eşsiz alimlere, Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ve nice hizmetlere ev sahipliği etmiş nadide bir şehrimiz. Öyle ki; Van’daki alimlerin kabirleri dahi bugün barındırdığı fitneye fesada tahammül edebilecek cinsten değil.
Bugün Van’daki hizmetler hızını kaybetmişse cüz’i olsun külli olsun tüm Nur talebeleriyle alakadardır. Zaten bedelini de maddi ve manevi hep birlikte ödedik. Vanlı kardeşimizin evi başına yıkılınca hepimizin evi başımıza yıkılmış kadar üzüldük, ağladık.
Vanlı hacı ağabey’in “Neden Van’da deprem oldu?” sorusuna verdiği cevap ilk etapta tahmin ettiğiniz şekliyle:
“Van eski Van değil artık. Fuhuştan tutun da teröre kadar, eroin kaçakçılığına kadar her türlü günah artıyor.”
Fakat devamı Nur talebelerine bir tokat mahiyetinde:
“Bunda bizim de çok hatamız var. Demek vazifemizi yapamamışız! Üstadımız: ‘Mekke’de de olsam Türkiye’ye gelirim, zira burası daha çok hizmete muhtaçtır…’ buyurmuş. Sizler dahi bu beldelerde olduğunuz için mes’uliyetten kurtulmuş değilsiniz.”
Bunları duyunca aklıma yıllar önce Van’da vuku bulan bir hadise geldi;
Muhterem babacığım bir grup ağabey ile Van’a hizmet için seyahat halindeyken şehir girişinde Suna isminde bir kız çocuğuna çarpar. Direksiyondaki babam pek tabi panik haliyle arabadan iner ve çocukla ilgilenir telaş içinde. Yanında ise merhum Nazım Gökçek Ağabey vardır. Yaralı çocuğun ciddi bir durumu olmasa da hastaneye götürürler ve yakından alakadar olurlar. Elbette, tabi olarak bir suçluluk psikolojisi hakimdir babamda. Fakat ilerleyen saatlerde durum biraz tuhaflaşır. Zira Suna ve ailesi hususan babası Nazım Ağabeyi ve babamı evlerinde ağırlamak için öyle ısrar ederlerki geri çeviremezler. İzzet-i ikram ve hürmet ise şarkın insanına yakışır şekliyle son haddindedir. Ayrılık vakti gelince ise bırakmak istemezler bir türlü. “Hakkınızı helal edin” gibi özür hallerine ise son derece tuhaf bir hoşgörüyle yaklaşırlar. Babamın tabiriyle, “Neredeyse elimizi öpeceklerdi iyiki kızımıza çarptınız diye” halini almıştır hadise. Öyleki; yıllar sonra bile Suna ve ailesi telefonla babamın halini hatırını sormak için ararlardı. Hatta bizler dahi Suna ile telefonda tanışmış ve ahbab olmuştuk. Hatta bir gün bir paket hazırlayıp göndermişti bize Van’dan. İçinde bir özenle hazırlanmış bir sürü yöresel yiyecekler vardı.
Van’da deprem olunca babamın da benim de aklıma Suna geldi. Fakat ulaşamadık. Cenab-ı Hakk muhafaza etsin Suna’yı ve ailesini.
Demek istediğim; Suna hadisesi de gösteriyor ki; Vanlı kardeşimizin nurlara ekmek peynir gibi ihtiyacı var. Zira bu hadiseden husul eden o masum muhabbet normal ve sıradan bir muhabbet değil. Allahulalem nurların kerametidir. O muhabbetin şahıslara değil, Risale-i Nur’dan neş’et eden şahs-ı maneviyeye olduğunu anlamak güç oldu.
Demek Van’da Nurlara şedid ihtiyaç var. Böyle bir masume çocuk can derdinde bile bu şahs-ı maneviyi hissediyorsa çok susamış demektir. İhtiyaç öyle şedidki ancak bir fabrika baş edebilir. Kim kendini bu fabrikanın bir işçisi kabul ederse buyursun. Mesafeler bahane olmamalı, tabi en başta oradaki nur talebeleri bu ihtiyacı karşılamaya çabalamalı ama bizler de kendimizi soyutlayamayız. Nasıl depremin evlere ve insanlara verdiği tahribatı tedavi edebilmek için tüm Türkiye tek yürek olduk ve “Van için!” dediysek ruhlardaki tahribat için de gönüllü nur talebeleri çıkmalı aramızdan. Risale-i Nur merhemini sürmek suretiyle tüm Türkiye’nin nur talebeleri tek yürek olmalı. Nasıl Japon doktor canı pahasına gönüllü geldiyse bizler de gönüllü olarak en başta Van’a olmak üzere umum şark illerimizde hizmetimizi hızlandırmalıyız. Muazzam hizmetlere imza atmalıyız.
Durumu ve hali müsait olan nur talebeleri gelseler en fazla manevi gıdaya ihtiyacı olan depremzedelere Hastalar Risalesini, Çocuk Taziyenamesini okusalar, minik yavrularımıza: “Senin küçük kardeşin veya arkadaşın öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar” diye yüreklerini serinletseler, her çadırda bir nur talebesi günlük ders yapsa… Ne şahane bir hizmet olur.
Van’a ve çevre illerine yeni dersaneler açsak, hususan okulların yakınlarında açıp gençlerin ellerine tutuşturulan taşları toplasak ve Gençlik Rehberini uzatsak, sefahatten sapkınlıktan kurtulmalarına çalışsak ne güzel bir hizmet olur.
Üstad hazretlerinin de dediği gibi doğudaki asıl sıkıntı cehalet. Yıllar önce Üstadımızın ikinci deprem üssü olan Edremit’te planını yaptığı Medresetüz-Zehra’nın zamanı gelmedi mi daha? Bedüzzaman Hazretleri bir asır önce Edremit’te hayalini kurduğu Medresesi için “Arapça farz, Türkçe vâcip, Kürtçe câiz” demişken bizler hala Kürtçe eğitim olsa mı olmasa mı gibi noktaları aşmış değiliz. Kürt kardeşlerimize Kürtçe eğitim vermek kadar tabi ne olabilir ki? Eğitimsiz bırakmak mı?
Bizim Üstadımız kabrinde bile Van’ın selameti için duaya durmuş bir Üstad. Vanlı hacı ağabey sözlerine şöyle devam ediyordu:
“Depremden önceki gece bir kardeş rüyasında Üstadımızın bir dağın tepesine çıkıp ellerini açarak: “Allah’ım Van’ı koru!” diye dua ettiğini görmüş.”
Ya Allah! Demek Van çok mübarek bir şehir.
Van gibi maneviyatlı bir şehrimizde günahların bu denli hızla artması ve hatta umum memleketi etkileyecek derece de şümullu yayılması elbette oradaki maneviyatın gittikçe azaldığının delilidir. Nerede maneviyat çökerse belalar ve musibetler göz açtırmaz. Tıpkı şu andaki gibi… Vanlı kardeşlerimiz depremden gözlerini açamaz oldular.
Nur talebelerinin de vazifelerinde atalet göstermeleri cihetiyle sebebiyet verdiği tahribattan masumlar, kundaktaki bebekler ve hatta anne karnındakiler dahi hissesiz kalmıyor.
Bu depremler belki bir kısım insanlar için bir kahrediş bizler için bir şefkat tokadı vefat eden masumlar cihetiyle ise bir şehadet şerbeti mahiyetindedir. Herkes hissesine düşeni almalı.
Nurların hakim olduğu bir şehirde ne zina yaygınlaşabilir ne uyuşturucu ne de terör. Hepsi kaçacak delik arar.
Bu yüzden; Ey Aziz, sıddık hususen Vanlı Nur talebesi kardeşlerim!
Zübeyir Ağabey gibi “Mesleğimiz meşakkat!” diyerek nefsimizi karıştırmadan hizmete koşalım.