Brecht’in 80 küsür yıl önce kara tahtasında yazdığı gibi midir her şey? “İnsan ne ile yaşar?/ Ezip hiç durmadan/ Soyup, yiyip, dövüp, yutarak insanları/ Yaşayabilmek için hemen unutmalı/ Katı gerçek budur, kaçınılmaz/ Kötülük yapmadan yaşanamaz.” Hakikaten böyle midir... Brecht’e katılmıyorum. İnsan kötülük ile yaşamaz. Tam tersine insan, iyilikle yaşar... Saf, samimi, duru iyiliklerle. Hayatta esas olan şey kötülük, haksızlık ve güçlünün zayıfı yediği şeklindeki kabus değildir.
16:9, fotoğraftaki görüntü mükemmelliğinin orantısıdır. Bu en mükemmel açının sağlayacağı farkındalıkla baktığımızda Van’a ve kendimize, ne görüyoruz?
Kalbur gibi delik deşik olmuş caddeler, yollar, insanlara mezar olmuş evler, dükkanlar, dershaneler... O anda garip bir şey oluyor, tüm Türkiye saatlerini Van’a ayarlıyor. İnsanlığımızın gramajını ölçüyor zelzele. Van, Türkiyemizin 16:9’luk fotoğrafını çekiyor.
Sanki bir dejavuyu yaşıyoruz; 1999’daki Marmara Depremiyle hallaç pamuğu gibi atılmış insanlar, bugün kardeşliğe dair onurlu bir sınavdalar... Mahalledeki kadınları hayretle seyrediyorum, haberi işittikten sadece bir saat kadar sonra, nereden bulup çıkartıyorlarsa, denkler, koliler haline giyecek, battaniye, pike, kuru gıda hazırlamışlar, Harem’e otogara indiriyorlar. “Van’a kalkacak otobüslere vereceğiz” diyorlar, “Şoförlere rica ederiz, kargosunu öderiz veya yolculara veririz, yeter ki Van’a indirebilelim”...
***
1999’daki depremde devlet büyükleri ancak iki günün sonunda ulaşabilmişlerdi zelzele mahalline. Başbakanımız ve Bakanlar, Van depreminden sonraki saatlerde bölgedeler. Kızılay mükemmel, STK’lar da öyle. Telefonumdan İHH’nın attığı adımları ve bölgeden geçtiği haberleri anı anına okuyorum. Akit gazetesi haber müdürlerinden arkadaşım İbrahim Acar’ın aynı gece Van’a ulaştığını, akrabalarından vefat edenleri öğreniyorum, İbrahim görevi başında hem haber geçiyor hem de kaybettiği yakınlarının sızısıyla bildiriyor Van’dan... Onun hikayesi aslında Türkiye’ye has bir hikaye; et tırnaktan kopar mı, Doğusu ve Batısı ile sarmaş dolaş olmuş birikim, aynı vücudun uzuvları misali...
Van... Satır başı. En sağ yanı defterin. Başında durur, başını bekler, haritanın ve cümlenin...Van... Okul, mektep... Medrese-i Zehra.
Depremi işitir işitmez, önce Van’da farklı konferanslar, edebiyat atölyeleri vesilesiyle misafir kaldığım yerleri aradım, ateşe düşmüş gibi. Van, Adnan İnanç gibi bilge adamların birikimidir... Yataklarında uyuduğum mektepler, uyumadan evvel duvara sağ işaret parmağımla ismimi yazdığım derslikler... Sonra oraların bilge ve fedakar öğretmenleri, çalışkan öğrencileri, harfler, ayetler, ilahiler, gece dersleri, menkıbeler, şiirler, gözyaşları içinde hiç tanımadıkları insanların selameti için dualar eden kör dervişler, gece hatimlerinde yakılan tütsülerin o meleksi buhurları, gecenin içinde yanan soluk kandilleriyle sanki yüzdüğünü zannedeceğiniz camiler, seher vakti üzerinden duman tüten abdest güğümleri, tülbentlerle kapadıkları ağızlarında selavat gülleri taşıyan nedimeleri, çektikçe geceleri gündüzlere tıkır tıkır bağlayan kehribar tesbihleri, misafire hep güleryüzlülükle ikram edilen kahvaltıları, yoksulluğun semalara onurla havalandığı, infakın kol kol gezdiği halde adını dillere düşürmediği VAN... Van’da yoksulluğun fotoğrafı o kadar 16:9’dur ki; üzerini naylonla örttükleri karyolada yaşayan dört çocuklu bir aileyi görebileceğiniz kadar, toz zenginlerinin malikaneleriyle garip gurebanın matematiği akıl almaz bir denklem gibi durur...
Çarnaçar ulaşabildiklerim: Kaldığım bazı medreselerde ağır hasar var, bazılarının duvarları yıkılmış, çökmüş... Ama tanıdığım öğretmenler ve öğrenciler sağ salim şükür! Erciş’teki ailelerinden haber alamayanlar çoğunlukta... Allah yar ve yardımcımız olsun...
Star